Sonntag, 13. Dezember 2009

Icerden ve Disardan Haberler

Öncelikle icerden haberlerden baslayalim;

Bir hafta önce halk referandumu yapildi ve savas silahlari ve mineraler halk tarafindan istenilmedi. Minera mevzusu Türkiye de ve dünya da büyük yankilar buldu. Hadi Dünya yi anlarim da benim canim vatanim niye galeyana geldi onu anlayamadim. yillardir benim ülkemde basörtüsü siyasi sembol, yok mahallelilere baski falan filan gibi sebeplerden dolayi yasak. %99 müslüman bir ülke de basörtüsünü 40 ad takilip 40 kere yasaklaniyor, ögrencilerin ögrenim hakki ellerinden aliniyor, kalkmislar isvicre ye kafa tutuyorlar. Neymis mineraye istememisler. Böyle bir sey nasil referandum da oylaniyormus. Burasi isvicre, burda her halt oylanir. Savas silahlari neden oylandi?? Halk ne anlar o silahlarin gerekliliginden. Ya da genetiksel arastirmalarda halk oylamasina sunuldu. Halkin hepsi doktor mu? Gerekliligi ya da gereksizligi hakkinda nasil emin olabilirler.
Aslinda dünya ve türkiye gec kaldilar. Tam bir aydir SVP fasizan slogonlarla, pankartlarla müslüman halka, yabancilara saldiriyor. Bu noktada yurtdaslarini korumaliydilar. Yasak ciktiktan sonra kükremekle olmuyor. Ayrica minare olsa ne olacak. Ezan mi okunulacak? Ya da camilerin yeri mi belli olacak. Kimse alinmasin ama burda camiye ramazandan ramazana gidiliyor. erkeklerin hakkini yemeyelim her cuma türkiyede ki gibi camiler doluyor. Ama her insan kendi dernegine gidiyor. Kendisi gibi düsünen insanlarin yaninda namaz kiliyor.

Simdi konusulan mevzu ise basörtüsü yasaklanmali mi? Eveet.. Yüzlerinin akiyla minare sorunu haloldu sira bastaki örtüler de. Zaten Illegal bir basörtüsü yasagi var. Burda hersey özel sektörün elinde. Is icin ya da staj icin bas vuranin tipine,kiligina kiyafetine ve hatta adina bakip karar veriyorlar. Ben basörtülü calisan istemiyorum denildigi zaman Insan Haklari mahkemesi dahi bir sey diyemiyor.

Simdi de disardan haberler;

DTP yasaklandi. Bir nevi kendileri kasindilar. En az bir yil meclis rahatlar da DTP gider yerine YTP (Yasaklilar Toplaniversin Partisi) kurulur. Kökten cözüm yok yine. Gerci bu sorunu kökünden cözümleyecek olanlar yine kökündekiler yani kürtler. Kürtler gözlerini acmadikca Türkiye Siyaseti iki acilim bir kapalim seklinde corap örecek.

Neyse Allah iceriye de disariya da kolaylik versin.

Samstag, 24. Oktober 2009

Vampir Filmleri

Twilight-Alacakaranlik'tan sonra ben de vampir filmlerine karsi cok fazla merak uyandi. Buldugum filmleri izlemeye basladim, izledikcek de Alacakaranlikligi begenmemeye basladim. Zaten pek sevdigim söylenemezdi. Filmin ilk 20 dakikasi bir asir gibi geldi. Sonra efekler, sesler vs. filmi izlememi sagladi. Belki de sinema salonunu dolduran 15-17 yas arasi ve her sahnede kikirdayan seyirci kitlesi yüzündendir bu begenmemezlik. Neyse ben vampir filmleri hakkinda ki yorumuma dönüyorum.

Vampir dogulmuyor vampir olunuyor. Vampirlik dogustan degil, sonradan bir isirik, bir kac damla kan ile ölümlü bedenden ölümsüz vampirlige geciliyor. Bazi filmlerde vampir insani istirinca o insan da vampir oluyor. Ama bir kac filmde de vampir insani istirir, ölmeye yakin iken zavalli insanciga kendi kanindan icirir. Böyle yeni vampir dünyaya hos gelir. Bu fikir daha cok hosuma gidiyor. Yani o onu istirir, o da öbürü istirir ve hepsi vampir olursa vampirligin ve dünyanin hali ne olur. Hepsine yetecek kadar kanimiz yok degil mi? Insan irki cabucak tükenir ve vampirler acliktan kendi irklarini yok etmis olurlar. Vampirlerin secici ve secilen olmalari da onlara ayri bir karizma katiyor. Violet filminde ki gibi yapilan deneyler ya da salgin yüzünden vampir olanlarida var. Onlar da modern zaman vampirleri.

Vampirlerin özellikleri: Avrupalilar (bazen amerikali), kültürlüler, müzisyenler, güclüler, sezgileri güclüdür ve her biri Tanri'nin bos vaktine denk gelmisler. Ölü olduklari icin soluk bir tene, soguk bir bedene sahiplerdir. Daha iyi istirabilsinler diye disleri uzun ve sivridir.

Olsa da istirsa dedigim vampirler;


Vampir Lestat (Stuart Townsend)

Lanetliler Kralicesi




Vampir Lestat (Tom Cruise)

Vampirle Görüsme

Edward (Robert Pattison)
Alacakaranlik


Vampir olmak icin en uygun yas; hepimizinde bildigi üzere vampirler yaslanmiyor. Hep bedensel ölümü gerceklestigi yasta kaliyorlar. Vampirle görüsme filminde gördügümüz üzere cocuk yaslar hic uygun degil hem de hic. Hic büyümeyeceklerini anlamalari daha dogrusu kabul etmeleri cok zor oluyor. Hepimiz cocukken bir an önce büyümek istemistiriz. Cocuk vampirler ne yapsin. Onlar sonsuza kadar cocuk, sonsuza kadar yaramaz, sonsuza kadar sorun cikarirlar. 50 yas üstüde pek uygun degil. Blood(son vampir) filminin vampiri Saya'dan gördügüm kadariyla 15 yasta pek uygun degil. Tam ruhun deprestigi zamanlar. 100. yastan sonra olgunlasilir ama Saya gibi sevdicegi istirmis iseniz sonsuza kadar mutsuz, sonsuza kadar arayan, sonsuza kadar lanetler okuyan bir vampir olunuluyor.Bence en iyi yas araligi 25-35 yas arasi. Fizik anlamda her seyin yerli yerinde oldugu yas araligi bence.



Vampirin ask hayati; Bir ölümlüye asik olduklari zaman hayatlari kabusa dönüsüyor. Bir de sevdicek "istir beni" diye israr etmesi yok mu? Neymis efendim O da vampir olup sonsuza kadar birlikte yasacaklarmis. Sonsuz aska inanan ölümlü iste, hem de hic aci cekmeden.

Erotizm. Bu da vampir filmlerinin vaz gecilmezi, vaz gecme meselesi de degil aslinda filmler boyuna yönelik olunca erotizm de geliyor iste.

Vampirler nasil ölüyor. Bu konuda film yapimcilari hem fikirler. Kalpterine kazik cakildigi zaman, yakildiklari zaman, güneslendikleri zaman ve bir ölünün kanini ictikleri zaman. Bayat kan zehirliyor olsa gerek.

Daha cok resim eklemek isterdim ama, bu bloga resim eklemek bir iskence gibi. O sebepten dolayi google buyrun diyorum.

Benim begendigim vampir filmleri ise sunlar;

Lanetliler kralicesi (Queen of the damned) -> müzikler harika

Vampirle görüsme (interwiev with Vampir)

Underworld

Alacakaranlik (twilight)

Blood

Donnerstag, 22. Oktober 2009

Internet sicilim

Daha önce de bir yazimda internet ile olan iliskim hakkinda bilgiler vermistim ama bir kez daha maddesel olarak yazmak istiyorum.



Eksi sözlük; 2004 yilinda anemi hakkinda bilgi ararkan buldum bu siteyi. Önce okuyucu oldum,sonra tabi ki üye olmak istedim. Ama öyle üyeligim ertesi gün onaylanmadi tabi ki. Ben de baska sözlüklere söyle bir bakiyim dedim veeeee

Zamane sözlük ile tanistim. Ilk üyelerinden sayilirim, ama pek öyle muhabbettim olmadi kimselerle. Bir kac ay sonra eksi sözlük yazarligim onaylandi. Ama yazamadim. 6. nesildim ve saldirilar hep altinci nesillereydi. Hem de o kadar cok insan vardi ki, aradigimi bulamadim. Neyse dedim döndüm zamane ye. Simdi ki halini gördügüm zaman icim aciyan zamane sözlügü. O yillar da en iyi 2. sözlüktü. Simdi görüsmedigim, konusmadigim arkadaslar edindim. Sonra sözlük bagimlisi oldum. Her sözlüge üye oldum. Ama her sözlüge. Kampüs sözlüge dahi. Su anda ise birebir sözlüge takiliyorum. Ona da üyeligim 2006 idi galiba.

Gayet.net: güzel hos testler var. En güzeli de mesaj yazmanin belli bir miktardan sonra ücretli olmasi. Ayni kisi sizi defalarca rahatsiz edemez. Ama farkli farli kisiler rahatsiz edebilir. Orda bana gönderilen bir kac komik mesaj örnegi;
- iyi akşamlar...selam...meraba...çok sevimlisiniz???
(nerden anladi acaba sevimli oldugumu, profilde resim yok ki?)
-Hey yumurtaya can veren allahim, su profilime bakan kizin bir daha bakmasini sagla, ya da buna benzer bir seyler... Ve ilginc taraf böyle yazanlarin hic birininde profiline bakmamis olmam.
Bu sözde bana hep müslüm gürsesi hatirlatir. O sebepten dolayi bayaaaa bir antipatik tanisma seklidir.

Fotocommunity: büyük umutlarla üye oldugum ilk yabanci site. Fotograf cekmek hobimdir. Bilgisayarimda yiginla amatör calismalarim kayitli. Belki burda paylasirim iyi olur dedim, bedava.. Bayiliyorum böyle bedava sitelere üye olunca onlarin bedava olmadiklarini görünce. Haftada sadece bir fotofraf gönderilebiliniyor. Daha fazlasi icin para para.. Ikinci darbeyi ise gelen ilk mesaj ile aldim. Hatunun biri fotograflarini görmek isteyip istemedigimi sordu da. Tabi ki fotograflar fotograf yani. Nasil diyeyim yüz kizartici fotograflardan. Neysi ki bu tarz teklifler sadece bir kere geldi, bir daha gelmese iyi olur.

Blogcu da blogum vardi, O'nun ile fazla ilgilenemedim, sonra burayi buldum. Bu blogspot daha cok sardi beni. Türk kadin blog yazarlarina üye oldum. Aslinda sevmem böyle kadin, türk seklinde sinir cizilen ortamlari ama bir kere üye oldum iste. Türk blog yazarlarina üye olamadim. Begenmediler galiba beni.

Arkasi yarin, belki de öbür gündür. Simdi kesin bir sey söyleyemeyecegim ama bir devami var bu yazinin.

Montag, 12. Oktober 2009

Evet, ich will






Hafta sonu izlemem dedigim bir film izledim, ve begenmeyecegimi düsündügümdüm bu filmi begendim.


"Evet, ich will" 2008 almanya yapimi bir film. Alman-türk yapimi filmlere karsi hep ön yargiliyimdir. Hep ayni konu, kaybolan genclik, alman-türk kültürü arasinda kalma vs. vs. Bu filmin de konusu siradandi ama 94 dakika boyunca hem güldürdü hem de düsündürdü.


Film kahve falina bakan kadinla baslar. Ve birbirine asik ciftlerin evlenmek icin yaptiklari ve yasadiklari seyler anlatilir ve bol bol toplumsal mesajlar verilir. Ciftleri ve diger karakterleri kisaca anlatiyim, artik siz düsünün mesajlari ya da en iyisi izleyin.


birinci cift; sünni,kürt bir delikanli ile alevi-türk kizimiz


ikinci cift; alman genc ve türk kiz


ücüncü cift; alman delikanli ve türk delikanli

ücüncü ciftin türk delikanlisini görücü usulü ile evlendirmeye calistiklari ve bir baska erkekten hamile oldugu ögrenilen genc türk kizi.


almanya da yasayan biriyle evlenmek isteyen sahis.


babasi tarafindan para karsiligi, kagit evliligi yaptirilmaya calisilan tombik kizimiz.
http://www.evet-ich-will.de/



Not; bu yaziya 2009 da baslayip 2012 de bitirdigim icin kendimi tebrik ederim.

Sonntag, 4. Oktober 2009

Aliskanliklarim

Saatimi kalkmam gereken zamandan 1 saat öncesine kurup (süslenme, püslenmek icin), calinca uyanip, yarim saat sonrasina ayarlamak, yarim saat sonra uyanip 10 dakika sonrasina kurmak, 10 dakika sonra uyanip tekrar 10 sonrasina kurmak.. Ve sonuc olarak saci taramadan pacoz bir halde evden cikmak.
Ögleden sonra calistigim zamanlar tren istasyonundan kahve almak ve kahvemi yudumlaya yudumlaya yürümek. Her kahve alisimda da "ay cöregi alirmiydiniz?" diye soran saticiya hayir demek. Halbu ki o saatlerde hep ac olurum :(
Tipi, fikri, zikri ne olursa olsun bir erkekten gelen her teklife hemen hayir demek.
Pencermin panjurlarini hic acmamak.
Bardagin dibinde mutlaka 2 yudum birakmak.
Susmak, konusmamak.
Hayal kurmak, bazen sürekli ayni hayeli kurmak.
Düsünmek, yazmak.
Her 1 Ekim'de "ne kadar da salagim" demek.
Her 2 Ekim'de hatirlamak, "aslinda o sözleri hakketmemisti, ama 1 Ekim var arada ne yapsaydim?" diye kendimi hem azarlamam, hem de gurur duymam.
Hemen hemen her gün bloguma bir seyler yazma karari ile bilgisayri acmak, sonra da baska seylere bakip unutmak.
Beni aramayani aramamak, selam vermeyeni yillarca görmezden gelmek, gidene güle güle demekten baska bir yapmamak, söylememek.
Yazdigim bir yaziyi okumamak, okuyunca yayinlamamak.

Freitag, 25. September 2009

Melekler ve Seytanlar-Illuminati


Dan Brown'un 2000 yilinda basilan kitabi. Orjinal adi Angels and Demons. Ama almanca cevirisi Illuminati adi ile basilmistir.
Kurtlar vadisinde bu kitap dikkatimi cekmisti. Safiye elinde bu kitabi okuyor ve illuminati adinin altini ciziyordu. Babasinin ölümü galiba bu örgütle baglantili idi. Kurtlar vadisini izledikten bir kac hafta sonraydi, öyle tren istasyonunda ki kitapcida geziniyordum. Bu kitap birden elime carpti, gercekten elime carpti. Adi Melekler ve Seytanlar olsa idi herhalde merak edip olmazdim, ama Illuminati olunca bir de arkasinda 9.90 yazinca hemen aldim. Tabi arkasinda ki fiat euro imis. Fiyati 18.90 Frank. Bunu ögrenince önce kitapciya selamimi ilettim sonra da "neyse" dedim ve kitabi aldim.
Kitap sürükleyiciydi. Bu yilda filmi vizyona girdi. Aslinda kitabini okudugum filmleri izlemem. Hep bir hüsran, hep bir hayal kirikligi. Simdiye kadar "bir adam yaratmak" filmi haricinde uyurlamalar kötüydü. Galiba bu en kötüsü idi. Kitabi yaklasik 2-3 yil önce okudum aklimda detaylarin cogu kalmadi, ama bu filmde hic bir detay yoktu. Cern'de ki profesör hanim kizimiz görüntü olarak tam benim hayalimde ki gibiydi. Ama kiyafeti degil. Filmi izlemeye baslayinca bir an kendimi yanlis bir film izliyor gibi hissettim. Cünkü baslangic cok cok farkli ve galiba en dokulmamasi gereken yeride ora idi.
Film ve Kitaptaki baslangic söyle;
Kitapta; Isvicre ve Fransa sinirlarinda yer alan devasal fizik laboratuarinda Fizikci-Peder bir bilim insani öldürülüyor. Tek gözü yoktur ve göysü Illuminati yazisi ile daglanmistir. Isin icine semboller girinci Prof. Langdon dan yardim isteniliyor. Öldürülen fizikcinin meslektasi ve evlatlik kizi Vittoria Vetra ile cinayeti arastiriken calinan cismin antimetrie oldugu saptaniyor ve büyük bir ihtimalle de Vatikanda saklaniyor. Zaman kisitli oldugu icin Vetra kiyafetini degistirmiyor ve üzerinde ki kisa sort ile birlikte Vatikana ucuyorlar. Onlari Komser Olivetti karsiliyor ama Vetra'nin kiyafeti yüzünden polemikler yasaniyor. Hem kadin olusu, hem sort giyiyor olusu hem de tanri parcacigini arastiriyor olmasi nedeniyle fazla kale alinmaz. Kolay degil Hristiyanlaigin en kutsal mekanina öyle bir kadinin baldiri ciplak bir vaziyette girmek. Kitabin ilerleyen sayfalarinda Vetra' da dikkate alinmaya basliyor.
Filmde; Vittoria'nin meslektasi öldürülüyor. Tek gözü oyulmus ve öldürülmüstür. Karsi maddenin (antimetrie) yerinde de yeller esiyordur. Sonra anti maddenin Vatikanda oldugu ve ögrenilir. Vittoria deneyde yer aldigindan olsa gerek, O ve sembol uzmani Langdon Vatikana devet edilir. Ktapta ki gibi binbir zahmetle iceriye girip dertlerini anlatmazlar filmde, davet edilirler ve kapida Olivetti tarafindan "ooooo kimler gelmis kimler gelmis. Buyrun.." tarzi karsilanirlar. Vetra'nin siyah kiliseye uygun bir kiyafet giydiginden mi yoksa Langdon'un kiliseyle arasi iyi olmadindan mi bilemiyorum, ama filmin ilk kisimlarinda Vetra bilir kisi, Langdon "sen gelmeseydin de olurdu" muamelesi görüyor.
Film gercekten cok kötü uyarlanilmisti. Daha baslarken Cern sörn seklinde telafuz edilmis ve o saniyede puan kaybetmistir. Cern isvicre ve fransa'nin arasinda ve bu iki ülke Inglizce'yi pek sevmezler. Almanca ve Fransizca önemlidir ve kisaltmalar inglizce telaffuz edilmez. Yani Sörn degil, Sern.
Anlamadigim bir mevzu da öldürülen profesörün cesedi de oyulan gözüde anti maddenin oldugu odada bulunuyor. Kapi retina testi ile aciliyor, tamam da bilimadami laboratuarin icinde. Gözü oyulabilmesi icin laboratuardan nasil cikariliyor. Haydi cikarttiniz laboratuardan, niye gözünü oyuyorsunuz. Tutun kafasindan adam canli iken yada ölü iken retina testinden gecin. Yok illa da ben göz oyacagim ki ciddiyetim belli olsun diyorsun, o halde cesedi niye geri laboratuara sokuyorsunuz. Kacmasin diye mi?
Evet 700 küsürlük bir kitabi sinemaya uyarlamak zordur ama zorsa da yapilmasin. Kitabi okumasaydim dahi filmi begenebilecegimi zannetmiyorum. Cünkü calinan madde, amac ve katiller filmin basinda belliydi.
Izlemeyen var ise iyi seyirler.

Dienstag, 1. September 2009

Basörtüsü nasil siyasi sembolhaline geldi?

Vakti zamaninda arastirmaciligim tutmustu da söyle bir yazi yazmistim ve bir grubun internet sayfasina göndermistim. Gel zaman git zaman, farkli bir konuda bir seyler ararken, sol görüsün agirlikli oldugu baska bir grupta kendi yazimi görünce dedim ki yazima "sen cogunlugun fasist diye adlandirdigi bir insanin düsüncelerisin, ne isin var elin gomünist sitelerin de". Sonra tuttum iste kolundan annesinin bloguna ekledim O'nu.
Acaba basörtüsünün kamu alaninda ki, cumhuriyetimizde ki tarihcesi nedir? Ilkler nedir,kimdir? aldigi isimler ne olmustur? En cok merak ettigim ise kültürümün, dinimin bir parcasi iken, hangi arada siyasi sembol haline geldi? Bütün isimi biraktim internette bir arastirma yaptim, bol vaktim ve kitaplara kolayca ulasabiliyor olsa idim bu konu hakkinda yazilan kitaplari okumak isterdim, ama ben kolayi sectim.
Dr. Sule Ökten, kamu alaninda ki ilk basörtülü insandir. 1950 yillarda ki tek örnek O olmustur.
Dr. Gülsen Ataseven, Hacatteppe Tip Fakültesi'ni 1964 yilinda birincilik ile bitirir, ancak basi örtülü oldugu gerekcesi ile kürsüyü cikarilmamistir.
Bu isimleri bizler pek tanimayiz. Cogunlugun bildigi isim Ali Babacan'in halasi Hatice Babacan'dir. Kendisini tanimamizin nedeni ise ilk ögrenci olayina, basörtüsü konulu ögrenci direnise vesile olmasidir.
Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi ögrencisi iken derse basini örterek katilmistir. Kürsüde dersi anlatan Prof. Dr. Neset Cagatay O nu fark etmis ve "hey sen, sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başsını ac ya da dısarı cik" demis ve tartismalar günler boyunca sürmüs, ögrenci direnisleri ile tarihe gecmistir.
Prof. Dr Neset Cagatay adini dahi bilmedigi bir ögrenciyi cumhuriyet icin bir tehlike oldugunu düsünmüstür, ayni diger meslektaslari gibi, ama Hatice Babacan, istekleri,kimligi konusunda israrci olmustur. Iste bunlari okudugum zaman buldum buldum diye haykirdim. O yillar bilindigi üzere ögrencilerin "su tenekeye kedi carpip devirse de tenekenin hakkini savunsak" diye gezindigi zamandi.Acimasizca bir tabir olmus olabilir, bunu ortama kaos hakimdi seklinde sempatiklestirebiliriz. Komunist=vatan haini, miiliyetci=fasist oldugu zamanlarda dindarlara da bir kalip bulunmus irticaci gibi sifatlar yüklenmistir.
Sule Yüksel Senler,1960 yillarin sonunda hapis yatan ilk basörtülü yazar olmustur. Kalemini sert bir bicimde kullanmistir. Dedikodu gazetesine göre anadolu'yu karis karis gezmis ve anadolu kadinlarina basörtüsünün islamda yeri olmadigini, baslarini turban seklinde baglamalari gerektigini anlatmistir. Bu yüzden O na Sulebas da denilir. Bircok insan "iste bu kadin, dini inanclari bu hale getirdi" der.
1980 li yillara kadar basörtüsü yasak olmustur, basörtüsü yerine türban, sikmabas gibi tabirler kullanilmistir.
80'li yillar sonrasi ise önce "boyun ve kulaklar acikta birakilmak kaydi" ile basörtüsüne yesil isik yakilmis, 2 yil sonra "ya carsaflilar ve mayolular da gelirse" denilmis, tekrar yasaklanmis, sonra tekrar serbest denilmis, tekrar yasaklanmistir.
1990 li yillara ise Emine Senlikoglu, Emine Eroglu, Emine Erdogan, Meryem Akbal, Serpil Öcalan gibi isimler dikkati cekmislerdir. Onlarin giyimleri, duruslari irdelenmisde irdelenmistir. Onlar insanlari saskinliga ugratmistir.
Bu kadar seyi okuduktan sonra görüyorum ki, türbanlilar saygi görürlerken toplumdan dislanmislardir. Saygi görmüslerdir, cünkü kolejlilerin gidebildigi okullara gidebilmislerdir (ki bu cümle 1960li yillarin durumu düsünülerek okunulmalidir), dislanmislardir;cünkü modern kadin,kültürlü kadin denildigi zaman ne yazik ki tesettürlü kadinlar akla gelmez, onlar genellemelerin disindadirlar.
Buldum dedigim yerde buldugum seyi tekrar kaybettim ve israrla soruyorum, basörtüsü nasil ve ne zaman siyasi sembol halini aldi?
Kaynak: Bu yaziyi yazarken Fatma K. Barbarosoglu'nun yeni safak gazetesinde ki "Basörtüsündeki ilkler" adli yazisindan yararlandim.
Hamis; basörtüsü, basiörtülü, türbanli, tesettürlü gibi tanimlar arasinda kaldim, umarim ki neyi kastettigim anlasiliyordur.
Iyi yarinlar (2007)

Donnerstag, 20. August 2009

Domatese Benzeyen Kücük Domatesler

Aslinda su anda rapor okuyor olmam lazim, ama ben her zaman ki gibi "yarin erken kalkar okuyurum" dedim ve bir kenara attim. Sabah kalkinca da eminimki " bir daha asla..." diyecegim ama tabi ki tekrarlayacaim.

Yazmak istedigim onca konu varken, bu gece bir kac bitkiden bahsedecegim. Dogadaki her bitkinin her otun bir latince adi var ve her birininde halk arasinda bir adi var. Adlandiramadigimizi da falana benzeyen meyve filan yaprakli gibi. Ben de her gördügüm yuvarlak, kirmizi meyveye, bitkiye domatese benzetmisimdir. Uyariyorum, resimleri internetten arakladim ve bitkiler hakkinda pek bilgim yok. Yine bazi bilgileri internetten arakladim. Yani güvenirlikleri yoktur.



Alic: Bunlarin daha yuvarlak, daha domatese benzeyenleri de var. Bunu yemeyen kalmamistir herhalde.




Cherry Domatesi
Bu da domates. Kücücük, ufacik, tatli bir sey.


Giant Cape Gooseberry (Kaz üzümü)



Tatsiz bir sey, ama görüntüsü cok seker. Hep kalemle göz,agiz, burun cizmek istemisimdir ama tepkilerden utandigim icin hic yapmadim. Genel olarak dekor amacli kullanilir.

Solonum pseudocapsicum (Süs Biberi)

Bu güzel kirmizi top seklinde ki meyveler zehirli imis. Cocuklar bunlarla bolca oynarlarmis. Anneler babalar dikkat, internet karin agrisi yapar, göz böbeklerini büyütür, itina ile zehirler diyor dikkatli olun.

Samstag, 15. August 2009

Zedeli Ebrulari Degerlendirme Servisi


Tam bir yildir ayak ucumda hatali, zedeli kimselere hediye edemedigim ebrularim duruyordu. Onlari degerlendirmeye karar verdim. Ben onlari kesmeye baslayinca annem "ben onlara cerceve alip asacaktim?" diye feryad etsede nafile. Bu ebrula tablo olmayacak kadar kötüydüler, ama ben yaptim onlari atamamda. O halde onlari baska sekilde kullaniyim dedim. Ilk aday bu ebrum oldu. Bu güzel yüzü. Diger tarflarinda boya lekeleri olusmustu.



Bu da ebrumu hayata kazandiracak olan, bos bir kutu. Üst kapagini ebrum ile kaplayinca güzel bir kutu haline dönüstü. Icine cikolata konulan kagitlar (Türkce adini bilmiyorum, Almancasi Pralinenförmchen) yerlestirdim ve cok güzel bir küpe kutusuna dönüstü. Yüzük kutusu olarak kullanirim belki ilerde ama küpelerim icinde cok güzel görünüyor.







Son hal budur. Hos oldu. Artik küpelerim birbirne takilip kirilmiyorlar.

Ayni ebrunun diger kenarini da kitap ayraci haline getirdim.








Samstag, 8. August 2009

Alev Alatli ile Hadi Bastan Alalim

Fazla yoruma gerek yok. Alev Alatli'dan sohbet tadinda egitisel bir progman. Ama yayin saati bana uymayan bir program. Cumartesi günleri Türkiye saati ile 21:10, Isvicre saati ile 20:10. Simdiye kadar bastan sona kadar izleyebilmek hic kismet olmadi. 1 saat, bence bir saatte az. Bu gün cok titizlik göstedim, mutlaka izlemeliydim. Her hafta kaciriyordum, ama bu hafta mutlaka izlemeliydim, cünkü tekrari yoktu. Pazar günleri yayin tekrarlaniyor ama bu hafta tekrar yok. Saat 19:00 oldugunda, "evet basardim" dedim. Misafir yok. Rahat rahat izlerim diye düsündüm ama olmadi. Babam saat 19:15 beni evden zorla cikartti. Haftaya da dügün var. Neden hep böyle faydali programlar, en izlenilmeyecek saatte olur ki? TRT eger benim bildigim trt ise yakin zamanda programi kaldirir. Konular biraz ince mevzu olunca, trt de izleci henüz bunlara hazir degil diyebilir. Youtube da bir kac program bulabildim ama ne yazik ki benim izleyemedigim bölümler yok.
Hadi bastan alalim, Alev Hanim'in yeni kitabinin adi imis. Bunu ögrenincede hüsrana ugradim. Bu tarz seyler genelde arabekscilerde rastlanilir. Yani kasetin adiyla ayni film cevirmek, ya da televizyon programi yapmak. Tanitim icin iyi oluyor ama yaraticiliklarini sorguluyor insan. Izleyebilene iyi seyirler.
www.hadibastanalalim.com bu da resmi site adresi

Freitag, 7. August 2009

Terazi Burcu Sarmis Dört Bir Yanimi


Astrolojiyi ne cok iyi bilirim ne de "aman sacma" diyip gecerim. Bazi insanlar vardir ki insanin oturusundan burcunu tahmin ederler. Ben öyle degilim,hangi burc hangi zaman araliligi onu da dogru dürüst bilmem. Ama burc özelliklerine inanirim. Insanlarin dogum günlerinin karakterlerine etkisine inanirim. Bütün burclari bilmem ama terazi burcunu en ufak hareketinden fark ediyorum. Her ortamda tanidigim bir terazi burcu vardir. Babam terazi burcu 2 Ekim dogumlu. Is arkadasim Gülten de terazi, hayatima öylesine bir ziyarette bulunup cekip giden bir kac terazi burclu insan daha var.. Özellikler ayni. Yasadigim sorunlar ayni..


Terazi burcunun en belirgin özelligi kendilerine ait kelimeleri, cümleleri olusudur. Bazen terazi burcu ile konusurken yoruluyorum, anlatmaktan vaz gecip susmaya basliyorum. Halbuki ayni seyden bahsediyoruz, ayni seye inaniyoruz, ama o altin cümleleri kuramadigim icin anlamiyorlar, sanki karsiymisim gibi tavir sergiliyorlar. Onlarin anlayislari kit demiyorum, sadece kendi kelimelerinden baskasini sevmiyorlar, benimsemiyorlar.


Kendi dogrulari en dogrusudur. Babami bir konuda asla ikna edemem. O kendinin söylediginin dogru oldugundan emindir,dogrulugunu ispatlamaya calismaz, en dogrusu oldugunu bize zorla kabul ettirir. Illa ki sen haklisin diyecegiz, takdir edecegiz. Ama bir balik olarak inanmadigim, amtiksiz bir seyide kabul etmem. Her insanin kendi dogrusu vardir, ama her dogruyu kabul etmek zorunda degiliz. Baliklar da böyledir iste. Babamla bir konu hakkinda tartisiriz, aradan zaman gecer, tartismalar unutur, sonra bizim dedigimiz seyin dogru oldunu söyler, ama "siz haklisiniz" asla demez. Biz demistik ya dedigimiz zaman cileden cikar. "O zaman öyleydi" Gecistirme kelimeleri hep böyle olur zaten. Benim gibi bir baligin tahammül edemedigi hal hareketler bunlardir. Dogrular tartisilabilmeli, dogrularimizi savunmak istemek en hakkimizdir,ama böyle bana kabül ettirmeye calismak zulümden baska bir sey degil. Hic bir teraziyle benim mantigim uyusmadi, ben onlara göre mantiksizim. Onlara göre, eger benim mantigim mantiksa, manti da ünlü bir filozoftur.

Titiz olurlar, sanatci olurlar. Siiri müzigi severler. Ince hesabi severler. Tanidigim bütün terazilerin bir siiri, güzel bir hikayesi, ince ayrintiyi atlamadan cizdigi bir resmi vardir. Iste bu konularda onlara korkmadan yaklasiyorum, kavga etmiyoruz. Zevkler ortak oluyor. Birbirimize hayran kaliyoruz.

Gezmeyi seviyorlar. Iki hafta sonu ard arda evde oturusam kiyamet kopuyor. Küflenecekmisim evde durmaktan. Terazilerin bu enerjilerine hayranim. Gezmek onlari yormuyor.


Kendilerini seviyorlar,narsistler. Fiziksel özelliklerinde de yine "en"lerin insanlaridir. En güzel onlar, en zeki onlar, Allah'in torpilli kullari olarak görürler kendilerini. Ne yalan söyleyim haksizda degiller. Allah özene bezene yaratiyor.

Saglam iltifat ederler. Iltifatlardan hoslanmam, bende negativ etkileri vardir. Iltifat benim icin öylesine cümleler,kelimelerdir. Samimiyeti olmayan seyler. Zaten teraziler de iltifat etmiyorlar,onlar gözlemliyor, ve gördüklerini söylüyorlar. Onlarin yaptiklari bu ise de halk arasinda iltifat diyoruz iste. Teraziler istedikleri kadar iltifat edebilirler, seviyorum süslü cümlelerini.

Teraziler insani sinirlendirir, hatta kirarlar. Bir kac gün sonra da kavga olmamis gibi davranirlar. "Bu ne yüzsüzlük böyle" diye icimden gecirirken, baklemedigim bir anda özür dilerler. Yüzsüzler mi yoksa bariscillar mi bir anlam veremiyorum. Balik burcunun da en belirgin özelligi budur. Biriyle kavga edildi ise (kimin hakli oldugu önemli degil) balik asla tekrar denemez. Cünkü bir kere cani acimistir ve ayni aciyi yasamamak icin kavga edilen kisi ile mümkün oldugunca az muhabbet ederler. Teraziler iste bunu da anlamiyorlar. Kirdiniz beni, bu kiriklari toplamak icin dahi geri dönülmemeli. Dönünce daha ufak parcalara ayiriyorsunuz beni.


Teraziler yalnizdirlar, kalabaliklarin icin de yalniz kaliyorlar. Bunu hangi teraziye söylesem kabul etmiyor. Savunmalari hep ayni "benim su kadar arkadasim var, kac kisi benim pesimde biliyor musun, bir saniyem icin yapmadiklari maymunluk yok" gibi seyler duyarim hep. Sevgili teraziler ben size cevrenizde ki insanlari sormuyorum, icinizde ki insani,aklinizda ki insani soruyorum. Evet haklisiniz, cevenizde cok fazla insan var, arkadas cevreniz cok genis. Siz yakisikli terazi erkekleri, haklisiniz.. Sizlerle bir saniye gecirmek icin kadinlarin yapamayacagi hic bir sey yoktur. Evet sizler kadinlarla gece boyunca birlikte olursunuz,sabah olunca da suratlarina bakmazsiniz. Iste bu yalnizligin ta kendisidir. O kadinlar sadece bir gecenizi süslüyorlar. Eeee sonra. Gidiyorlar. Gitmelerini sizler istiyorsunuz. Ama onlari hayatiniza katma cesaretiniz yok. Icinizde sevgi boslugu var,o dolmuyor. Dolmadigi müddetce de yalnizsiniz iste.


Teraziler siz olmasaniz bu hayat cekilmiyor, bilgi küpleri. Bir de hatalarinizi görseniz sizin hayatiniz cekilir olur.

Samstag, 1. August 2009

ULYTAU


Ulytau, bizi Kafkaslardan selamlayan bir müzik grubu. Keman, elektronik gitar ve dombrayi bulusturmuslar. Hic aklima gelmemisti, asi elektronik gitarin, icimi burkan, benim icin hüzünlü bir calgi aleti olan keman ile muhtesem uyum icerisinde olabilecegi. Sadece bu olsa, onlara dombra da eslik ediyor. Asya, Avrupa, Amerika üc kita bulusuyor adeta. 3 gündür sanatlarini hayret icerisinde dinliyorum. Yeni albümleri temmuz 2009 yilinda cikti.

Ne yazik ki is yerinden bunlari yazdigim icin video ekleyemiyorum. Evde olsam orda da video gönderemem. son virüs saldirisindan sonra bilgisayrim kendine gelemedi. Hâla atesi var. :)

Site adresi ; http://www.ulytau.ru/


Bu grup Borat i izleyip, "aaaaa su kafkaslar da ne kadar geri bir milletmis?" diyen, kafkas kültürünü asagilayan "avrupalilara" ve "amerikalilara" kapak olsun.

Sonntag, 26. Juli 2009

Yalnizim be Blog

Sevgili Blog,

Facebook hesabimi kapattim. Bir nevi Türkiye ile baglarim biraz daha koptu ve daha da yalnizlastim.

Yaptigim her sey suc, yaptigim her sey kilo vermem sebep. Simdi de okudugum kitaplara taktilar. Neymis efendim, cok kitap okumak kilo vermeye sebep oluyormus. Daha neler duyacagim bilmiyorum. Anneler babalar neden evlatlarini hic begenmezler ki.. Evet cirkinim, zayifim, insanlarin icine girmiyorum. Ailem ne kadar dertli ya Rabb..

Is yerim azap gibi geliyor bana.

Galiba pismanim. Bunu 1,5 yil sonra itiraf edebilmek ne kadar güzel, degil mi ama. Ama ne icin, neden pisman oldugumu yazayamayacak, söyleyemeyecek kadar da korkagim.

Mittwoch, 22. Juli 2009

Hayatimdan bir "O An" ve Hayatimdan bir "O"


Dün gece aklima birden O an geldi. Ansizin, hic aklimda yokken, tam uykuya dalarken birden bire gözümde O canlandi. O güne geri döndüm. O gün düsündüklerimi bir kez daha düsündüm. Kendime hayret ettim, nasil yapabildim, korku neden O gün beni terketti de bir ölüyü yikayabildim.


Ölmez zannettigim babaannem hakkin rahmetine kavusmustu. Ben gercekten hic O'nun ölebilecegini düsünmemistim. O hep yanimdaydi, hep birlikteydik. Ölümsüz gibiydi. Ama hastalandi. Hersey cok hizli gelisti. Kanser tanisi konulduktan iki hafta sonra ameliyat oldu. Ameliyat olmadan önce ki söyledigi söz "simdi arabayi duvara dogru sürüyoruz, öyle mi?" ameliyat iyi gecmisti aslinda, ama sonrasi hic iyi gecmedi. Bir haftada akcigerleri O'nu yari yolda birakti, ve kaybettik. Ölmeyi bir bakima O istemisti. Bizlere yük oldugunu düsünüyordu ve gitme zamaninin geldigini söylüyordu. Rahmetli öylede yapti iste. Son haftasinda konusmadi, belki de konusamadi. Galiba bu yüzden hep rüyalarim da susuyor, hep O tenesirde ki yüz ifadesiyle.

Bizlerde cenezade siyah renk giyme gibi bir zorunlulugun olmamasi cok güzel. Hristiyanlik da ya da baska bir dinde, kültürde siyah renk gercekten zorunluluk gibi bir sey. Giyilmedigi zaman tuhaf bir gözle bakiliyor. Okulda ki bir arkadasimin dedesine de ayni zamanlarda kanser tanisi konulmustu. O gün siyahlara büründü. Siyah bir kiyafet, siyah corap, siyah topuklu ayakkabi. Sacini yapmis öyle gelmisti okula. Bence cok komik. Aci cekerken, üzgünken bu kadar renklere, sembollere takilmak. Ayna karsisina gecip saatlerce ugrasmak, adeta mutsuzluga hazirlanmak. Bizler O ayna karsisinda gecen zamani aglamak icin, dua icin kullaniyoruz. Simdi düsündüm de, belki onlarin yaptiklari dogrudur. Mutsuzlugu kiyafetler gibi bir kenara atmali, dolaba asmaliyiz ve yasamaya devam edilmeli. Iste ben de O gün krembir etek, mavi gömlek ve mavi basörtüsünü ve bir ömür üzüntüyü tercih etmistim.

Babaannemin otopsisi tamamlandiktan sonra, sira cenaze namazina ve yikanmasina geldi. Baska kantondan ki hocanin hanimi ceneza yikarmis. O günde ayagi cok agriyordu ama yasanilan yerin adi gurbet olunca acisini bir kenara birakip geldi. Sayi olarak azdik. Kadin bizlerden yardim iste, "tek basima agriyan ayakla yikayamam" dedi. Annem, Ablam, Yengem ve Ben kadinla birlikte babaannemin yanina gittik. Metal bir seyin üstüne sirt üstü yatirmislar, üzerinde de mavi bir örtü vardi. "Üsüyor mudur?" diye düsündüm. Cocuk degildim, 20 yasindaydim, ama o metal tenesir ürsütüyordur diye üzüldüm. Sonra "O öldü, hic hisseder mi?" diye kendimle dalga gectim.

Hoca hanim bize yikama islemi hakkinda bilgi verdi. Suyu iliklastirdi. Üstünde ki örtüyü kaldirmaksizin önce suyla bastan asagi islatti. Sonra bir lifi sabunla küpürttü ve bütün bedenini sanki bir canliyi yikiyormus gibi yikadi. Yikarkende anlatmaya basladi. "Ölüler cok utangac olurlar. Mahrem yerlerinin görünmesinden utanirlar. O yüzden üstleri örtü ile örtülür öyle yikanir." Sanki benim düsüncelerimi okumus gibi devam etti. "Ölülere nazik davranmaliyiz. Onlar duyar hiseder." Sonra nazikce, canini acitmaktan korkarcasina babaannemin saclarini yikadi, duruladi. Babaannem bembeyazdi, pamuk gibi teni vardi. Rigor mortis evresi gecmisti. Cocouklugumdan itibaren duydugum seyleri annem sordu. "Ölen insanin günahi cok ise yüzü kararir, cirkinlesir kimseler bakamazmis. Sevabi cok olanlar ise güzellestikce güzellesirlermis. Dogru mu?"
"Sacma bir sey bu. Her ölü ayri bir güzellikte oluyor. Sevap günah meselesi ahirette bellî olur. Ölünün bedenine yansimaz" dedi.
Sonra babaannemi sira ile yikadik. Gusül abdesti aldidik. Sira geldi kefenlemeye.

Beyaz örtüyü aldi Hoca hanim, kesti bicti. Dikissiz elbise yaptik babaanneme. kumasin iki ucunu birlestirip dikdörtgen seklinde kesti. Kumasi katladigi yeri kesip yaka haline getirdi. Onu kafasindan gecirdik. Iyi hatirlamiyorum ama galiba kumasi beline dolayip etekde yaptik. Pamuk tikamadik bir tarafina. Kumasin bir parcasini katlayip bacaklarinin arasina yerlestirdi. "Daha sonra bagarsaklarindan akan sivi meftumu kirletmesin diye koyariz bu bezi" dedi hoca hanim. Kinali, uzun saclarini ikiye ayirip ördük. Basini örttük. Sarmaladik. Onu odada yalniz birakip ciktik. Kapinin önünde tabudu vardi. Ici dantelli, yastikli. Disi ceviz agacindan. Bakimli kadindi merhum, süsü severdi, hayati makyaj yapmamistir, ama kiyafetleri her daim temiz güzel olmustur. Ona yakisir bir tabuttu.

Cenaze namazi kilindi.

O gün ilk ucakla memlekete döndük. Ankaradan sonra biz bir münibüs kiraladik, önden gittik, babaannem ise arkadan cenaze arabasi ile geldi ve O'nu ugurladik.

Allah rahmet eylesin.

Mittwoch, 15. Juli 2009

Tutiname

Az rastlanilan bir isme sahip olmanin iyi ve kötü yanlari vardir. Ilkokuldayken ne yazik ki hep kötü yanlarini gördüm, adimdan nefret ettim, "degistirmek istiyorum" diye defalarca agladim. Babaannem bir ara bana Duygu dedi bu yüzden. Yeni insanlarla tanismaktan hep kacindim. Hala var bu cekingenlik. Neyse.. Cocukken benim adimi duyan cocuklar hep dalga gecerdi. Ilk defa ilkokul ögretmenim sormustu o bir ömür duyacagim soruyu " aaa ne degisik adin var öyle. Anlami nedir biliyor musun?" diye sordu. Bilmiyordum ve ilk evödevim bu olmustu. Adimin yani Dudu nun ne demek oldugunu ögrenmek. Annemin yardimi ile adimin anlamini ögrendim. Tatli dilli güzel konusan kadin demekmis, Papagan, Dudukusu . Sözlükte böyle yaziyordu.
Sonra biraz büyüdüm. Ortaokula basladim. Yine ayni tepkiler geldi ögretmenlerimden. Ben de papagan gibi hep ayni seyi tekrar ettim. Edebiyat ögretmenimden ayni tepki geldi. "Cok güzel bir adin var." Ben hazirlikliydim. Anlamini biliyordum ama "anlami ne demek" diye sordugu zaman hemen cevap verecektim, ama soru bu kez farkli bir sekilde geldi. "Adinin osmanlicasini biliyor musun?" benden cevap gelmedi tabi ki. "Tuti. Osmanlicasi Tuti. Bir cok manzum eserde gecer."
Öyle imis. Edebi bir adim varmis. Sevindim tabi ki..
Az biraz daha büyüdüm ve liseye basladim. Yine edebiyat dersi yine ilk gün yine ayni muhabbet, ama biraz daha ilerlemisi. Bu kez Tutiname adinda ki bir manzum eserden, iran efsanesinden bahsetti hocam(ögretmenimin adi Mustafa idi, bir O'nun adi aklimda kaldi. Neden acaba :) ). O yillarda hic merak edipte okumadim. Kitap okumayi severim ama bu kitabi okumak hic aklima gelmedi. Lisedeyken lakabimda Tuti idi. Sevmeye baslamistim adimi.
Aradan yillar gecti. Tabi bu gecen yillar da bu soruyu milyon kere duydum, Tuti'nin gectigi cümleler, manzum eserler bana okundu. Adim bir nevi bazilarinin ne kadar bilgili olduklarini göstermelerine yardimci oldu. Misal; Nefin asagida ki gazeli en cok duydugumdur. Severim de. Baris Manco da vakti zamaninda güzel yorumlardi.

tuti i mucize guyem ne desem laf
degilbeli yarim beli dost beli mirim beli dost

cerh ile soylesemem ainesi saf
degilbeli yarim beli dost beli mirim beli dostehl-i dildir

Istanbuldayken kuzenim kitapligimi söylebir karistiri verdim. Gözüme o an Tutiname carpti. Hazine bulmus gibi sevindim. Tuti Tutiname yi buldu, belki de Tutiname Tuti tarafindan okunmak istiyordu ve sabirla O'nu beklemisti. Yarisina kadar okuyabildim. Binbir gece masallari gibi. Ama erotik degil binbir gece masallari gibi. Daha dinsel bir eser.
Eserin orjinali Sankritce. Farsca kaynaklar da varmis. Benim okudugum Süleyman Tevfik tarafinda tercüme edilmis.
Said adinda bir tüccar bir tuti (papagan) satin alit. Bu tuti cok zekidir, zekasi sayesinde Said cok paralara kazanir. Sonra zeki tuti O'na deniz ticareti yapmasini ögütler. Bu da ayrilik demektir. Said cok sevdigi karisi Mahiseker'e zor anlarda zeki tutiye danismasini ögütler. Göz irak olan gönülden irak olur derler ya. Mahiseker'e biri asik olur, aracilar koyar ve Mahiseker'i bulusmaya ikna etmeye calisir. Akli karisan Mahiseker akilli tutiye danisir. Aslinda kadin kararlidir. Bulusacaktir, ama birilerinden destek alip, sucluluk duygusundan kurtulmak ister. Tuti biliyor ki, kadina ahlaktan, sadakatten bahsetse kadin onu orda öldürecek. Tuti careyi hikayelerde bulur. Kadina gitmesini söyler, madem ki seven biri var, git ve genligini yasa diyor. Sonra "aman mahiseker'im yoksa falan gibi mi düsünüyorsun. Filanin yaptigi gibi mi yapacaksiniz?" diyerek merak tohumlarini ekiyor kadinin zihnine. Mahiseker dayanamiyor, "O kim, anlat bana o hikayeyi belki bir seyler ögrenirim" diyor. Tuti hikaye icin de hikayeler anlatiyor. Sabah oluyor. Mahiseker gündüz vakti bulusamiyor asigiyle, mecburen aksami bekliyor. Ama Tuti onu baska bir hikaye ile oyaliyor. Kocasi deniz severinden dönene kadar, Tuti bu hikayeler sayesinde hanimini yanlis yapmasina mani oluyor.
Derler ya cocuga güzel isim koy ki, cocugun huyu o isim gibi güzel olsun diye. Babaannem de bana Dudu ismini uygun görmüs. Ben de cocukken bu zeki ve geveze tuti gibi hikayeler anlatir olmusum. Büyüdüm degisen tek sey aklimda ki hikayeleri anlatmiyor olusum. Güzel bir sey edebi bir isme sahip olmak, bir ömür boyu adas sahibi olmamak. Ayse Fatma'lari bir düsünün. Her sinifta en az 2 Fatma olurdu. Ama Dudu öyle mi? Ben, degil sinifta koskoca okulda tek olmayi basarabildim. Sanal alemde bu teklik pek iyi olmuyor. Mahlasimi istedigim kadar degistiriyim, yine beni bulan buluyor.
Tuhaf tepkileri hic önemsemiyorum artik. Bana bir cok seyi ögretti bu isim. Bu yaziya okuyan baska bir Dudu var ise ve adini sevmiyor ise, Ona ögüdüm; sev kardesim adini ve bu hikayeleri sev.

Montag, 13. Juli 2009

Kacak Istanbul Gezim



Istanbulda bulunuslarim hep kisa olmustur. Ya bir saat ya da 2 saat. Türk olacaksin ama Istanbul'un tasini topragini incelemeyeceksin. Olacak is mi? Ben kararimi verdim ve 10 günlük bir Istanbul seyehati düzenledim kendime. Istanbul da 2 kuzenim var. Hazirladim valizimi kuzenlerime kactim.

Ilk duragim Üsküdar daki kuzenim oldu. Kendisi evli, bu yil evlendi. Kocasiyla da tanisma firsati bulamamistim. Bu vesile ile O'nu da yakindan tanimis oldum. Kuzenim ile 7 günlük plan yaptik.

1. Gün Topkapi Sarayi (müzesi), Ayasofya, Mavi Cami idi. Pazartesi günü idi. Ayasofya kapaliymis pazartesi günleri. Biz de detaylica Topkapi'yi gezdik. Civarda ki camileri bakindik, Kapali carsi ve misir carsisini da gezdik.
Bizler gercekten cok yaraticiyiz. Seyyar fotokopiciler gördüm, bildim, cok sevdim. Gülhane parkina giderken dilim de ise hep ayni sarki vardi; ben bir ceviz agaciyim gülhane parkinda..

Gülhane parkinda ki dialogta muhtesemdi.

kuzenim: türk kahvesi var mi?
garson: yok
ben: sütlü kahve var mi?
garson: yok
kuzenim: nescafe var mi?
garson: var
kuzenim: iki tane olsun, ama sütlü
Garson gittikten sonra kuzenime "arasinda ki fark ne?" diye sordum.
Kuzenim: bu da selpak gibi bir sey dedi. Markalar nesnelerin ismi oldu.
Kagit mendil degil, selpak mendil. Sütlü Kahve degil nescafe.

O gün daha bir cok sey yasadik anlat anlat bitmez. Ben tam anlamiyla turisttim ilk gün. Kültürüme, degisen dilimize, hizlanan hayata turistik bir gezi yaptim.
2. Gün avrupa yakasinda ki kuzenimi ziyarete gittik. Amacim bir gün kalmakti, kuzenimin israrlarina dayanamadim, iki gün kaldim ve kuzenim ile yaptigim plan da yatti.
3. Gün Hilal ablam ile kampasi bol magazalari dolastik. 4 pantolon al, 2 öde. Böyle ucuza geliyor ama, kolaysa 4 giyilebilecek pantolon bul. En az 15 pantolon denemistirim ama sadece bir tane bulabildim.
4. gün üsküdarda ki kuzenime geri döndüm. Aksam dügüne gittik. Bir daha asla ve asla tanimadigim insanlarin dügününe gitmeyecegim. Cok sikici oluyor cok, tanimadigim insanlarla öpüsmek, konusmak bana göre degil.

5. ve 6. gün Kuzenimin evi bir hayli kalabalikti. Avusturya dan arkadaslari geldi. Amcam geldi. Aksama dogru Avusturya dan gelenlerin anne babalari geldi.
Icli köfte yapmayi ögrendim. Kolaymis. Ritmik bir sey. Kalan günlerde de o icli köfteleri yedik. Bizim oralarda icli köfteye para koyarlar. Biz de iki tane koyduk. Biri kuzenimin kocasina, digeri ise kaynina cikti. Ben sans yok zaten. (Parayi tabi ki Cif ile yikadiktan sonra köftelerin icine koyduk.)
7. Kuzenim okuluna gitti. Ben de Kuzenimin annesi ile birlikte kalan bir kac yeri gezdim. Türbeler camileri ziyaret ettim. Hos olmayan üc sey beni cok rahatsiz etti.
ilki müslüman olmayan turistlerin türbelerin icinin gezdirilmesi oldu. Yani ne var ki bir turiste gösterilebilinecek. Herhangi bir sanatsal olgu yok odalarda. Oralar dua etmek icin girilen yerler. Mini etekli turist kizimiz icerde ki tabutlari görünce ne olacak. Tamam merak etse, türbe nasil bir yer derse tut kolundan iceri getir. Bir bas örtme ile olmuyor bu ziyaretler.
ikincisi kadinlarin coluk cocuk türbeye girmeleri. Cocuklar o muhterem sahsin resmen üstünde tepindi de anneden ses cikmadi. Biz cocukken kabir ziyeretinde dahi anneler siki siki tembihlerdi "yavas yürüyün, ölülerin rahatsiz etmeyin, bastiginiz yere dikkan edin" diye. Simdilerde nerdeee bu düsünce. Evliya yinede sabirli, ben olsaydim coktan carpmistim.
Ücüncüsü ise türbe gibi yerlerde sarkintilik edilmesi. Yavsamayin bir iki dakika, Allah tan korkmuyorsaniz bari burnunun dibinde ki seyhten utanin.
Adalara gittim, vapurdan martilara ekmek attik. Yukarda ki resmi ben cektim. Ayiptir söylemesi martilari karin tokluguna calistirdim. Evvela denizi selamladim, canim bacim Tülin'in selamini da ilettim. Büyük ada cok güzel, iste öyle bir yerde yasamak isterdim.
10 gün cabucakca bitti. Ama doyamadim deniz kokusuna, ezan sesine, dalgalanan ay-yildizli bayragima. Imam hatipteki hocam bir demisti ki "bizler hergün sükretmeliyiz. Cünkü türkiye gibi bir ülke de yasidigimiz icin." Haklisin hocam, ama sükretmek söyle dursun, utananimiz var.

Sonntag, 31. Mai 2009

cirkinlikte ki güzellikler

Kendime yeni hobiler edindim. Mesala; kendi blogumu görüntülüyorum, sonra ise yukarda ki "nächster Blog" butonuna basip sirada ki bloglari bakiyorum. Bazen türk bloglarini buluyor, onlari okuyorum, bazilarini izliyorum bazilari da bana bazi konular hakkinda düsünmeme sebep oluyor. Cok güzel bir blog kesfettim, adres;ayseyaman@blogspot.com resmen yemede yaninsa yat tarzi pastalar yapiyor.

Gördügüm baska bir blog ise bana cirkin kadinlari ve onlara asik olan erkekleri düsündürdü. Yanilgidayiz, kandiriliyoruz bunun farkinda degiliz. Efendim sevgili blogcumuz bir yilda en cok dinledigi sarkilari siralayi vermis. Listede benim de cok sevdigim bir parca olan Can Atilla;Zeynep hatun var. Hikayeyi ilk defa o blogda okudum. Zeynep Hatun Fatih Sultan Mehmed e asikmis, ama aski karsiliksiz kalmis. Blog yazarimiz bunun olasi sebeplerinden birinin Zeynep Hatunun cirkin olabilme ihtimaline baglamis. (blog adresini iki sebepten dolayi veremiyorum. 1. adresi unuttum :) 2. sebep bana kalsin :)) )
Öylemidir, gercekten sadece güzel kadinlarin mi aski karsilikli. Hersey göreceli mi? Yok mu su yer yüzünde gercekten ic güzelligi görebilen? Var hem de o kadar cok ki. Ama dedim ya kandiriliyoruz. O kadar ünlü cirkin ama ugrunda her zorluklar asilan kadinlar var ki.. Seven erkek O nu güzel görmüs, seven gözler kusur görmezmis, diller lal olur susarmis. Onlar büyük asklarini o kadar güzel anlatmislar ki biz de O kadinlari dünyalar güzeli zannetmisiz.
Iste bu teorimin delilleri;
Leyli ile Kays; Leyli yani Leyla bizlere göre böyle güzelce bir hatunmus. Kays (Mecnun) o na olan askindan delirmis, binbir zorluklari asmis.
Bir cok siirler, hikayeler yazildi, filmleri, baleleri izlenildi. Hepsi de Leyla'yi güzel olarak tasvir edilir, gelgelelim ki hikayenin birinde ise söyle bir sey anlatilir.




Sultan duymus, bir oglan var, askindan deliye dönmüs Leyla'nin. Adi divaneye cikmis, taniyani kalmaz olmus. getirtmis mecnunu, cagirmis Leylay'i. Bakmis Leyla kara kuru, zayif,mazlum, oylesine bir kizcagiz. Sormus mecnuna:
- Ugrunda yandigin leyla bu muymus, ben de guzel mi guzel, sirin mi sirin birisini hayal etmistim gozumde. Ne dersin?
- Sultanim onun guzelligini goremezsiniz bu gozlerin ardindan bakmadan.
Kleopatra: Misirin en ünlü kralicesi. Roma impiratorunun metresi. Misirlilara göre halki icin herseyi yapabilen, vefakar kadin, Avrupalilara göre ise düsük ahlakli, güzel kadin. Izledigim bütün filmler de hatun böyledir. Geceden daha siyah saclari, toprak teni, renkli gözleri vardir. Güzel vücutluymus. Eee yoksa kolay mi bir Roma imparatorunun aklini basindan almak, mutlaka güzel olmali. Kleopatranin güzellik sirri diye bir sürü sacma sapan seyler yapiliyor, surata sürülüyor. Göz kalemleri bir haftada tüketiliyor, saclar siyaha boyaniyor, küt kesim yapiliyor, sirf bu imparatorlari bastan cikartan tarihi kadina benzyebilmek icin. Peki gercekten bu kadar güzelmiydi. Bu yanilgiya aslinda bize o devre ait paralar ve heykeller gösteriyor.


Heykelden anlasildigi üzere, topluca bir kadinmis. Bence bu haliyle de güzel, ama alalade, siradan bir güzellik. Bu hale gelebilmek icin süt banyosuna hic gerek yok







Afrodit: Hayir Afrodit e "O da cirkindi, mitoloji bizi kandirdi" demicem. Zaten yok böyle bir kadin. Mitolojinin tanricalarindan biri, güzelligin, askin, üremenin sembolü. Ama mitolojiye göre kocasi Ares O'nu gül parmakli safak tanricasi olan Eos ile aldatmis. Bu güzellikten bir erkek vaz gecebilmis.
Velhasili; erkeklerin tercihini anlamak cok zor. Cünkü onlarin gözlerinin arkasindan bakipta onlar gibi göremiyoruz. Bu erkekler neden cirkin kadinlar icin deli divane olmus, herseyi göze almislar, bunun sebebini güzel kadinlar anlayamaz. Zeynep Hatun da belki cok güzeldi. Ama bunu Sultanimiz görememis, bakmayi bilememis. Gercekten hersey güzellik degildir. Bunu kendimden yola cikarak gayet rahat bir bicimde söyleyebilirim. Cok güzel degilim, ama bir cok insan (erkek demiyorum, insan! yani kadinlar da dahil) cekinmeden beni begendigini söyler. Begentinin sebebi gözlerim, gözümün icinde ki sakinlik. Insanlari rahatlatan bakislarim. Bu sakinligi tam olarak anlayamadim, bakislarimin sirrini cözemedim. Ayna karsisina gecip gözlerimi cok inceledim ama bulamadim, göremedim. Onlarin gözlerinden bakamadigim icin olsa gerek.
Bir insani özel kilan bir cok özellikler vardir. Durus, bakis, bilgi, kelimelerle oynama vs. vs.
Iste bu yüzden hic kimse "ben daha güzelim" demesin, dönüp bir baksin kimin durusu daha saglam.

Sonntag, 24. Mai 2009

Bana bir bilgisayar lazim..

Internetsiz günler cok sikici, bilgisayarsiz günler ise komasal. Bilgisayarim bozulali nerdeyse bir ay oldu ve gercekten bitkisel hayatta gibiyim. Kitap okuyamiyorum, hemen uykum geliyor ve uyuyorum. Eger calismiyorsam günde rahat 16 saat uyuyorum. Cok uyku beynimi uyusturuyor, hastalandiriyor beni. Bunun bilgisayarla cok ilgisi var. Cünkü müzik dinleyemeyorum, filmleri izleyemiyorum. Fazla bos vakitte de ne yapilir, tabi ki uyunulur. Acilen yeni bir bilgisaara ihtiyacim.

Is yerinden internete girebiliyorum. O kadar cok yazmak istedigim sey vardi ki. Bu hafta, ama kesinlikle dizüstü bilgisayari aliyorum. Yoksa gercekten cok kötü hastalanacagim.

Freitag, 24. April 2009

Internetsiz günler

Babam yanlislikla ADSL imizin "reset" tusuna basinca yasadigim günler. Hala internet calismiyor, su anda is yerinden bildiriyorum. Güzel oldu ama. Benim gibi internet bagimlisi insan bir kac gün internetsiz yasiyor, henüz ölmedim. Komaya girerim zannetmistim ama girmedim. Hatta gayet iyi geciyor günlerim. Tamam gece nöbetinden dolayi gündüzlerin cogunu uyuyarak geciriyorum ama uyandigim zamanda, önce elimi yüzümü yikiyorum. Sonra aynaya bakiyorum. Internet varken, önce bilgisayrim acar, sonra yüzümü yikardim. Aynalarla ise hic isim olmazdi. Onlara söyle dönüp bakmam, pek aram yoktur. Ama son bir kac gündür, aynaya bakip bakip sükrediyorum. Güzel bir görüntüm var, elim yüzüm düzgün yani. Siyah saclarimi daha cok seviyorum. Yeni bir sac bandi aldim, su ince serit seklinde ve kurdaleli olanlardan. Simdiler de onu takiyorum, bazen sacimi örüyorum. Saclarimi geriye aldigim ilk gün biraz sok oldum ama, alistim artik. Saclarim bana caktirmadan bayaa bir dökülmüsler.

harmanım ben harmanım
kırk satırlık fermanım
yok dizinde dermanım
eyletmen beni
söyletmen beni
ağlatman beni
aynalar aynalar
ister anam darılsın
ister babam darılsın
vuran elim kırılsın
hüznüm sizde görünür
saçım beyaz örülür
yaşarken de ölünür
söyletmen beni
ağlatman beni
aynalar aynalar
yüzümde hep çizgiler
içimde hep ezgiler
uçup gitti seneler
eyletmen beni
söyletmen beni
ağlatman beni
aynalar aynalar
Bazen de bunlari mirildaniyorum. Aynalar yalan söylemez derler. Bence onlar da yalanci. Misal benim odamda ki bütün aynlar yalanci. Banyoda ki ve annelerin odasinda ki aynalar ise daha dürüst. Benim aynam hep güzel gösteriyor. Mutlu, huzurlu. Banyoda ki ise bütün cizgilerimi ortaya cikartiyor, bütün anilarimi da. Yorgun Beni bana gösteriyor. Belki de isiktir, aynalari kandirip yalan söyleten. Yoksa aynalar yaparlar mi hic öyle seyler?
Yarim biraktigim kitaplara devam ediyorum. Balzac'tan "Vater Goriat" ve Dan Brown'dan "Illimunati". iki yil önce okuymaya baslamitim. Sonra yari yerde biraktim. Simdi biraktigim yerden devam. Illuminati'nin filmi mayisin ortasinda sinamalara gelecekmis. Acele etmeliyim. Sinamadan önce okumaliyim. Filmini görmeyi cok istiyorum. Bu arada Illuminati "Melekler ve Seytanlar" in almanca adi.

Stauffacher' dan 100 Franklik hediye cekim var. Ne alsam acaba diye düsünürken, gözüme hat setini kestirdim. 30'u ile onu alacagim. Ebrudan sonra sira da hat sanati var. Onuda ögrenmeye meyil etim.

Benim hep yasadigim bir sorun var. Son getiremiyorum. Yazdigim yazilarin sonuc kismi olmuyor. Bu yazininda sonunu bir seye baglayamadim. Böyle kalsin.

Freitag, 17. April 2009

Hayrani Oldugum Kadinlar; Alev Alatli


Dogum yili; 1944

Dogum yeri; izmir/Türkiye
Isi Gücü; düsünmek ve bizi aydinlatmak



Babasinin meslegi geregi, bir cok ülke görmüs. Liseyi Tokyo da okumus. Zordur yabanci bir ülkeye o yaslarda gidip, ögrenim görmek. Bir genc kizin en karmasik yillaridir, bence öyle, ya da benim en karmasik yillarim o zamanlar oldugu icin bana öyle geliyor. O yillar da degisiyor, gelisiyoruz. Kendimizi fark ediyoruz. Liseli yillarda arkadasliklar edinilîyor, kimileriyle bir ömür görüsüyoruz. Ilkokul, ortaokuldaki arkadaslar gibi olmuyor. Lise nülke degistirmek belki de o yüzden zor. Arkadaslardan uzaklarda olmak ve yeni arkadasliklar edinmek.. Iste bu oldukce zor. Ben de lisedeyken ülke degistirdim. Daha "Hallo" demeyi bilmezken, Almanca yi ögrenmek, konusmak zorundaydim. Anlamadigim bir dilde egitime basladim, arkadaslarimi Türkiye de biraktim ve yeni arkadaslar edinmeye calisdim.


Hic bir kitabini okumadim, Kitaplarina bir türlü ulasamiyorum. Gecen yaz tatilinde kac kere "Siz de Alev Alatli kitaplari var mi?" diye sordugumu hatirlamiyorum. "kedili kitabi" (Schrödinger'in kedisi) okullar acilinca geliyormus. Ne yazik ki o mevsimler de ben cok uzaklarda oluyorum. Internetten de satin alamiyorum. Birinci sebep Isvicre ye gelmiyor o kitaplar. Ikinci sebep kargo kitaptan daha pahali, eh bende de bu cimrilik varken zor ulasmam. Kocaman bir liste yaptim, mutlaka bu yaz en az iki tanesini bulacagim.


Schrödinger'in kedisi
Yaseminler hala tüter mi?
Iskenceci
Orda kimse var mi? listemin basinda ki kitaplar. Mutlaka okumaliyim..

Ama köse yazilarinin siki bir takipcisiyim. "Ben bir kürt aydini olsaydim" baslikli yazisi karsisinda insan yorumsuz kaliyor.


Hayrin olusumun en büyük nedeni bilgisidir. Evet akil bir Allah vergisidir, onu kullanmayi bilmekte kula kalmistir. Alev Hanim da zekasini kullanmayi biliyor. Hem de cok iyi biliyor. "Neden ben bu kadar cahilim ki" sorusunu bana defalarca sordutturdu. Iyiki de yapiyor.
Yazimi bitirirken aklima rahmetlik babaannem geldi. O böyle oturusunda asalet, konusmasinda bilgi zenginligi olan kadinlar icin "hükümet gibi kadin" derdi.

Sonntag, 5. April 2009

Hayrani Oldugum Kadinlar; Googoosh

Kiminin hayatina, mücadesine, kiminin hafizasina,aklini kullanmasina, kiminin ise askina, sevdasina hayran oldugum kadinlarla ilgili bir seri yazmaya karar verdim.

Ilk acilisi Googoosh ile yapiyorum.

5 Mayis 1950 Tahran dogumlu, azeri anne bananin kizi. Kücük yasta sahnelere cikiyor. Genc kizliga adimlarini attigi sira ise müzisyenlerin dikkatini cekiyor. Iran da gencleri erkileyen sadece sesi olmamis, giyimi, dansi makyaji,saci olmustur. Orasi Iran ve Irana göre fazla avrupai imis. 1979 yilin da malum devrimden sonra O da yasaklanmis. Ancak 2000 yilinda sarki söylemesine ve yurtdisina cikmasina izin verilmistir.

Bu kadinin sesine hayranim, farscayi sevdiriyor insana. Cok güzel gözleri var, bakmayi bilen güzel gözleri var. Linkini verdigim video da güzel dans figürlerini görbiliriz. Haraketlerine ve kiyafetine bakildigi zaman avrupali meslektaslarindan ayirt edilemeiyor. Tek farki iran müzügini popla karistirip söylüyor olusu. Bu kadinin sesi ve hayati beni etkiliyor. 30 yil sarki söylemesine izin verilmemis, ama bülbüller sustularak sesleri paslanmazmis, bunu verdigi konserde de ispatlamistir.

http://www.youtube.com/watch?v=Ia0yorLYzTQ

Bir öldü, bin dogdu




Kaynak; bbp.org

Samstag, 28. März 2009

Cemal ve Muhsin'e


"Bize Bizi hatirlatan

Tanridan armagan cocuk

Degisme kal,aman cocuk

Degisme kal,aman cocuk"

10 Subat 1986
Muhsin yazicioglu



Degismeyen bir cocugun gardiyanlarca görülen siirinin son kitasi.

Freitag, 27. März 2009

Sessizlik Lütfen

4 günlük nöbetim bitmisti, uykudan yeni kalkmistim. Önce kendime bir cay koydum,sonra televizyonu actim. Bir bakiyim dedim Türkiye'm de ne var ne yok, "secimler ne zamandi yahu" diye düsündüm. Sonra haber kanalinda duraksadim, degistiremedim.
Flash flash..
BBP helikopteri düsmüs.
Tebessüm ettim.
Bulurlar dedim, O serbetlidir dedim. Oradan da hafif yaralarla kurtulur.
Bir saat sonra ulasildigi, hastaneye kaldirildigi haberi verildi.
"Iste bu" dedim.Koskoca helikoptere de zaten aninda ulasilir degil mi?
Öyle degilmis, 2 gün sonra tesadüfen ulasiliyormus.
Sonra haber yalanlandi. Ama hep icimde umut vardi. Sonsuzlugun sahibine dua ettim, hic vazgecmedim Onlarin yasadiklarina inanmaktan.
2 gün boyunca uyuyamadim, ben sicak yatagimda yatarken Onlarin kar altinda olduklarini bilmek canimi acitti.Bu gece de uyuyabilecegimi hic zannetmiyorum.
Bu kayiptan sonra cok sey konusulacak biliyorum. Biz söylemistikler dolasacak etrafta. Insanlara mikrofon uzatilinca anlatacaklari cok seyleri var. Biz bilmistik diyecekler, hatta diyorlar bile. Peki bu bilgileri ne ise yaradi Allah askina.. Hangi merciye anlatmislar bu bilgileri.
Beni rahatsiz baska bir sey de "ceset" diye bahsediliyor olmalari. Su yilbasinda "kizli erkekli" eglenirlerken zehirlenen gencler. Bir mevki sahibi "ceset" kelimesini kullanmisti da ülke ayaga kalkmisti. Simdi O ayaga kalkanlar cok yorgunlar herhalde, sesleri cikmadiklarina göre. O gencler icin o kadar hassas olan insanlar, neden "ceset" diyorsunuz? Onlar bu kirli dünyada genclere temiz bir dünya hazirlamaktan baska ne istekleri vardi. Ya o muhabir. Haydi Muhsin Baskan ve arkadaslari "siyasii" idi. Peki O "yerimizi hala tesbit edemediniz mi?" diye caresizce soran insan, ekmek davasinda olan O insan ve Pilot. Bu onlara saygisizlik degil mi? Neden beynime mih gibi saplanan O kelimeyi kullaniyorsunuz?
Ya siz Muhsin Yaziciogluna katil diyenler, O gencecik yasinda 7,5 yil haps edildi, iskenceler gördü. Sucsuz bulundu, "aldigimiz özgürlügün senin olsun" denildi.Kimse özür dilemedi. Bunlari niye görmüyorsunuz. Agzinizda bir katliam kelimesi, suclu oldugu tespit edilememis, efsanelere göre konusuyorsunuz.
Hrant Dink'in arkasindan siirler yazan yüce insanin siirlerini simdi internette birbirine gönderen arkadaslar, simdi mi farkettiniz bu yüregi. Korkuyorum, sizler gibi o siiri saga sola gönderirsem sizlere benzerim diye. Siz simdi sokaklara dökülür "hepimiz üsüyoruz" diye de bagirirsiniz.
Lütfen susun artik, sessizlik istiyorum.
Bilincli yasadin hep, son miting de dahi "iki saniye sonra ne olacagimizin belli olmadigi bir hayat yasiyoruz" dedin. Sana ve diger 5 kisiye saygisizlik yapanlara cevabini hayatini kaybetmeden önce verdin aslinda. Sizler de konusun, sizlerin 2 saniye sonranizin garantisi var mi?
Ne mutlu sana, temiz yasadin, temiz öldün.
Hepimizin basi sag olsun.

Bazen baska insanlara o kadar cok özeniyorum ki. Ben de onlar gibi su bloga bir kelebekten, kustan, böcekten yazabilsem diye. Tek derdim gönül meseleri olsa da bunu büyük bir dert zannetsem diye. Ben artik yazmasam izi olur, cünkü yazdikca sacmaliyorum, yazdikca acim artiyor.

Üsümeyen Yigide

Lise ögretmenimiz aramizdan ayrilmis düsünürler, aydinlar bahsettigi zaman üstüne basarak hep ayni seyi söylerdi. "Insanlar arkalarinda bir eser birakmislar iseler, asla ölmezler" derdi.
Baskanimiza henüz ulasilamadi, diger 5 kisi hayatini kaybetmis. Allah yakinlarina sabir versin. Onlar arkalarinda biraktiklari eserler ile yasayacaklar. Muhsin baskanim sen hala yasiyorsun biliyorum ve üsümüyosun. Seni yasatan tertemiz bir gecmisin ve eserlerin var. Üsümüyorsun da, bizim sevgimiz seni isitiyor. Sen sonsuzluga gittin biliyoruz.
Benim üzüntüm cok bencilce. sensiz bir hayat, siyaset tahammül edilemez artik.
Allah'im bizlere yardim et..

Donnerstag, 26. März 2009

Basliksiz

Baslik bulamiyorum, aslinda söyleyecek söz,yazilacak kelime de. Benim hala umudum var, inancim var. Dua etmekten vaz gecmiyorum. Baskanimiz ve yaninda ki kisilere dua ediyorum. 30 küsür saat gecti. Hala enkaza ulasilamiyor. Üzgünüm hem de cok.
Kulaklarimda Muahbirin sesi.. Caresizligi. Erhan abi diye seslenisleri.
Ah Muhsin baskan, nice kazalar atlattin, nice iskenceler gördün, yasamaya devam ettin. Bu kez de kurtulacaksin degil mi? Siirler yazmaya devam edeceksin. Temiz siyaset yapmaya devam edeceksin.
Sen sagken "nasil yapsak da koltuktan indirsek" diye düsünenler, acaba seviniyorlar mi? "fasoydu,katildi" diyenler, onlarda gercekten üzülüyorlar mi? Bunlari düsünmemeliyim biliyorum. Ama engel olamiyorum beynime.
Allah'im sen yardim et kullarina.

Mittwoch, 25. März 2009

Allah im yardim et bize

O benim cocuklugumda tanidigim bir lider. Cocuk aklimla siyaseti kavrayamadan sevdigim siyasetci. Su an ise dogru olduguna inandigim tek siyasetci. BBP yi ayakta tutan insan. partiyi hic ileriye götüremedi, tabiri caiz ise mahalle partisi olarak kaldi. Ama benim gibi insanlar ondan hic vaz gecmedi, sebebi babami arkadasi olusu degil ya da soydas olusumuz icin degil, gercek sogruyu söylüyor olabilmesi.

Simdi ise kayip, helikopteri düsmüs. Zaman ilerledikce umutlarda kayboluyor. Ama ben soguga ragmen, o sert kayliklara ragmen umut ediyorum ve dua etmekten vaz gecmiyorum.

Allah im sen onlari bize bagisla.

Dienstag, 24. März 2009

Gece Nöbeti

Nöbetteyim...
Koskoca laboratuarda tek basinayim.Güzel oluyor, 10 saat boyunca yalniz calismak. Sakin heryer. Zaman bazen cok hizli akiyor, gece cabucakca bitiyor. Bazen cok agir.Düsünmeye bol vaktim oluyor, ama birseyler yapmaya oluyor mu diye sorarsan, sormazsan iyi olur ama, madem ki sormak istediniz, cevap veriyim. Onun icin de oluyor, ama ögrenemedim bir türlü zamani kullanmayi, vaktim yok dememeyi. Sabah oluyor, günes doguyor ve ben her defasinda bir seyleri yapamamis, düsüncelerimi bir nihayete ulastiramamis oluyorum.
Aksam hava kararmak üzereyken evden cikiyorum. 50 dak. tren yolculugu, uyukluyorum yolculuk sirasinda ya da birseyler okuyorum. Insanlari gözlemliyorum, bazen bir iki cümlelik muhabbet. Trenden iniyorum. Hava karamis oluyor cogu zaman. Karanlikta yürüyorum, korkmadan. Sonra birileri bana dogru yaklastigi zaman aslinda korkarak yürüdügümü farkediyorum. Saat 9 da, bazen bir kac dakika erken nöbeti devre aliyorum.
Nöbet basliyor. Cogunlukla sakin, arada bir birkac analiz, gelen telefonlar. Yüzlerini görmedigim insanlarla sanki birbirimizi yillarca taniyormusuz gibi konusuyoruz. Saat 3 gibi yatagimi, sicacik evimi özlüyorum. Bitse de gitsem diyorum. Sabah oluyor nöbeti devrediyorum ve günes dogarken evimin yolunu tutuyorum.
Bazen nöbet tutarken, nöbet tutuyor beni. Yalnizlik nöbeti.
Bütün hayatimi gece nöbetinde gibi yasiyorum. Yalniz oluyurom, yani bir ben oluyorum ve benim düsüncelerim. Arada bir hareketlilik. Ama hep sessiz. Bir seyler yapiyorum ama kendim icin degil. Birileriyle konusuyorum, tanisiyorum su hayatta, ama onlari taniyamiyorum. ben dogru düzgün taniyamadan hayatimdan cikip gidiyorlar. Bekliyorum, bitmesini bekliyorum, tekrar sessizlige kavusmayi bekliyorum.Korktugumu farketmeden yürüyorum, karsima cikacak seylerin bana zarar vermeyecegine inanarak.Özlüyorum, "ah bir gidebilsem" diyorum. Buralardan gitsem, kimseciklerin begenmedigi ülkeme dönsem ve begenmeyen insanlarin inadina begensem.

Hamis; bir yil önce bir yerlere böyle karalamisim,su anda nöbetteyim ve aklima geliverdi birden bu yazim. Burda da yayinlamak istedim. Bir kac degisiklikle.

Samstag, 21. März 2009

Museumsnacht

Is arkadasimla kültür dolu bir aksam gecirmeye kararverdik. Cuma günü 17:45 te Kornhaus un önünde bulusacaktik. Ama o gün ben de epey bir sapsaldim.

7 yildir trenle yolculuk yaparim, ama dün yani cuma günü, sanki 17:15 te evden cikarsam, 17:19 treneine yetisebilecegim hissine kapildim. 17:14 te bunun imkansiz oldugunu hatirlayip kendimi evden disari attim, tabi ki treni kacirdim.
Sonra arkadasimi arayip, 17:45 trenine binecegimi, ancak 18:15 te bulusabilecegimizi söyledim. Bir aptallik ta bu. Tren zaten 40 dak. da Bern de ben nasil olurda 30 dakika sonra bulusma yerinde olabirim. Trenden inince de bunu farkettim
Sonra Kornhaus a gitmek yerine Kursaal a gittim. Ne alakaydi acaba. Olmam gerektigi yerin orasi olmadigini fark edince, kosa kosa Kornhaus a gittim. Bu kezde ön giris yerine arkada arkadasimi bekledim. Zavalli arkadasim sogukta beni beklemekten donmustu. Bulusma yerine tam tamina 1 saat 15 dakika gec gittim. Biri beni bu kadar bekletseydi coooktan yemisti fircayi, bir de üstüne üstlük surat yapardim haftalarca.
O gün fark ettim ki Gülten iyi bir arkadas.

Neyse bulustuk, müze kartlarini aldik. Müze sayisi 1 den fazla olunca gidecegimiz müzeyi biraz zor bulduk. Havada cok soguktu. Rüzgar saclarimi savurdu, gözümü kapatti, kör gibi yürüdük yollarda.

Müzeyi nihayet bulduk. Müzelerin isiklandirmasi harika idi. Masallarda ki satolara benziyorlardi. Biz tarih müzesine osmanliya ait birseyler görme umudu ile gittik. Birinci kat "oriantal" kat idi. El ilanlarinda yazdigi gibi türk yemegi göremedik. Türk yemegi diye bir seyler yaptilar ama, daha önce böylesi bir sey tatmamistim. Igrencti. Salonda türk müzigi caliyordu. Tarkan, Orhan Gencebay, Emrah, Göksel, Nil KAraibrahimgil gibi güzide sanatcilardan eserler dinledik. Osmanliya ait pek bir sey yoktu. Bir kac kilic asmislar, gümüs esyalar. Ama tatmin edici degildi. Salon karanlik oldugu icin dogru düzgün resim cekemedim. Taylan Arikan' in baglamasina Srdjan Vukasinovic akkardeon ile eslik etti. Uyum harikaydi, karnim ac kaldi ama ruhumuz tika basa doydu.
Ikinci kat Einstein a aitti. Resimler, esyalar, bir kac belge. Erkekler fizigi cözebiliyor, en zor kuramlari basitlestiriyor ama kadini anlayamiyorlar. Sevgili Einstein ben senin kadinlari anlayabilme ihtimalini sevmistim, ama sen de capkin hovarda ciktin. Einstein mevzusuna ayri bir baslikta devam edecegim.
Alt kat Barock ile bezenmis idi. Her taraf aynalar ile kapli. O döneme ait bir kac resim, beni resmen icine cekti. Sanki elimi uzatsam masaya, insanlara dokunabilecektim. 3 genc sanatci (bir erkek, bir kadin biri de erkek ile kadin arasi bir sey, zannimca o da kadindi) fülüt caldi.
Ayni salonda Haller ile ilgili notlar, cizimler, maketler gördüm.
Müzede eski 1950 li yillara ait, cola makinesi, elektrikli süpürge gibi elektronik esyalar vardi.
Zaman cok cabuk gecti, bol bol resim cektim, onlari bir ara yükliyecegim, su anda nöbette oldugum icin bu isi daha sonraya birakiyorum. Laboratuari karincalar basti, beni de kasinti tuttu. Eger kasintidan ölmezsem o resimleri de eklerim.

Samstag, 14. März 2009

Minel Internet

Tam 20 yil olmus WWW nun yayina baslamasindan. Yorgun argin isten eve dönerken, tren de bu haberi gazetede okudum ve söyle anilar gözümde canlani verdi. Nasil tanismistim ben internetle? Hangi önyargilarim ortadan kalkti, hangi paranoyalar bana bulasti?


Lisedeyken arkadaslar ortadan kaybolurlardi, internet cafe lerde vakit öldürüyorlarmis. O zaman ögrendim internetin bu akibetini ve ilk ön yargi o zaman olustu. Internet öcüydü benim icin. Uzak durmaliydim ve ödevlerimi ben eski metodlarla yapmaliydim.


Sonra (bu sonra iki yil kadar sonrasi) tatil icin geldigim Isvicre den geri dönemedim, liseyi biraktim, kaldim buralarda. Ilk yillarim cok güzeldi her sey toz pembe. Sonra anladim ki hayat buralarda zormus be. Almanca ögrenmek, okul bulmak beni epey bunaltti. Ailem hic farketmedi ama 2. ve 3. yillarim da her gece agladim. Depresyondaydim, yalnizdim. Basörtümden dolayi kabul görmüyordum, sokakta yürüyemiyordum, aileme anlatamadigim bir cok tatsiz olaylar yasamistim. bu sikintilar bana 2 ayda 12 kilo verdittirdi. Bir daha da kilo alamadim. 42 kiloyum, bu 42 kilo olusumun asil nedenlerini hic kimseye hala anlatamiyorum. Anlatirken aglamaktan korkuyorum galiba. Iste bu bunalimli zamanlarimda, internet virusu okulda bilgisayar dersi sirasinda bulasti bana.


Chat i gördüm, sevemedim. Sohbet odalarinda evlilik teklifi aldim,insanlar cildirmis olmali dedim bir daha asla sohbet odalarina yaklasmadim.


Ödevim icin internette kaynak ararken Eksi Sözlük'ü tanidim, yazar olma karari aldim. 6. nesillerin hor görüldügü zamandi. Sonra eski sözlük sayesinde zibidi sözlük (simdi ki adi ile zamane sözlük) ile tanistim. Sanal hayattan nefret ederken, sanal hayatin da aslinda real hayat oldugunu fark ettim. Orda ki yazar arkadaslarda pek bir tuhafti. Sözlükte ki ilk arkadasim Seferyo idi. Kendi adim ile yaziyordum, galiba bu sebepten dolayi sürekli saldiriya ugruyor, kendimi kavgalarin ortasinda buluyordum. Her yorumumdan sonra mutlaka sonu -izm ve -ist ile biten kelimeler yapistirliyordu.

Hayatima O girdi (isim vermek istemiyorum, ücüncü tekil sahis iste) kavga ettik,sonra arkadas olduk, bana yalanlar söyledi, birden "ben yokum" dedi. Peki dedim, önce umursamadim, sonra kendimi tutamadim ve neden diye sordum, benimle dalga gecme hakkini nerden buldugunu merak ettim. Cevabi daha kötü oldu.

Zamane sözlüge küstüm onun yüzünden ne de olsa sözlük vesile olmustu. Birebir sözlüge, private sözlüge, nedir.net e üye oldum. Eski de tekrar yazmayi denedim, uzun süre hal hatir sormadigim icin kaydimi silmisler. Kactigim kiseye birebir de rast geldim, ordan da kactim, tekrar zamaneye sigindim. Beni orda da buldu. Farkli bir mahlas ile yaziyordu, ve benimle tekrar konusmak icin yollar deniyordu. Yazdigim yazilara yorumlar yapiyordu. O nun O oldugunu biliyordum ve ses cikartmiyordum. Careyi mahlas degistirmekte buldum. Mahlasimi degistirince hersey degisti. Sözlük ahalisi birden bire sevimlilesti. Sohbetler düzeyli olmaya basladi. Beni erkek zannediyorlar, hala bir cogu beni erkek zanneder. Velhasili Misafirci ile tanistim, iyi bir arkadaslik basladi, sirlarimizi paylasir olduk. Su yüce internetin bana kazandirdigi sevgili bir arkadasim o. Bir cok ortak yönümüz var O'nunla, bu ortak yönler birbirimize bagladi bizi.

Cok sevdigim yazar Alev Alatli hakkinda arastirma yaparken, Onarimcilar'i buldum. Yillar evvel sizinti dergisinde okumustum galiba, ama bu yeryüzü bekcilerini ben birer hayal ürünü zannetmistim. Degillerlermis. Oraya da üye oldum. Alev Hanim yazilarini oraya gönderiyor, tartisiliyor konusuluyordu. Heves iste, ben de aralarina katildim. Sonra yine ayni sey oldu. O da ordaydi. Ne yalan söyleyim O'nun oralarda olma ihtimali cok yüksekti, ama ben de ki bu Alev Alatli hayranligi bile bile hata yapmama sebep oldu. O'na sorsak simdi ben O'nu takip ediyordum. Tekrar konusmaya basladik. Seviyordum Onunla sohbet etmeyi. Sohbetler renk degistirmeye baslayinca, bir sey aptim. Kötü bir sey ama böyle daha iyi. nefret keskin bir duygudur. O'nun benden nefret etmesini sagladim, feci felaket kevga ettik ve bu kez gercekten gitti. (Bu rastlasmalar yüzünden, yeni bir site görsem, ilk yaptigim sey O'nun da orda olup olmadigini kontrol etmek, yok olduguna emin olduktan sonra kayit oluyorum) Turna mail grubunda Alev Hanim'in yazilari yayinlanmamaya basladi, küstahlik diz boyu oldu, saygi ise yerlerde sürünmeye. Hal böyle olunca gitme zamani geldi dedim ve artik söyle arada sira da Türkiye de neler oluyor diye bir bakip kaciyorum.

Facebook'a bulastim, eski arkadaslarimi teker teker buldum, ama hicbiriyle de muhabbettim yok. en yakin, samimi arkadaslarim buz gibi.

Gecenlerde msn adresimi söyle bir acip baktim da, internetten tanistigim insanlar haber vermeden cikivermisler hayatimdan. Hic konusmuyoruz, selam dahi vermiyoruz. Bir zamanlar saatlerce muhabbet ederdik, sonra bilgisayari kapatinca hayatimdan cikiyorlardi. Hangi ara gittiler, ne zaman birbirimizi unuttuk hic anlayamiyorum. Bir Misafirci var, hayatimdan cikmayan, beni kirmadi blogspot ta yazmaya devam etti. Onu okuyabilmek, okuyupta yorumsuz kalmak büyük bir mutluluk. Hic bitmesin istiyor insan.

Internetin bana kazandirdiklari; Misafirci, bilgi
Internetin bana kaybettirdikleri; mektuplar ( su A4 kagida yazilan, posta yolu ile posta kutusuna atilan, cogu kez heyacan ve mutluluk yüzünden zarfi parcalanarak acilan, dokunulan ve hemen cevap yazilan), zaman, saf duygularim.

hamis: bu yaziyi aslinda 2 hafta önce yazmistim, söyle bir hava aliyim sonra "simdi yayinla" butonuna basarim dedim. Ama geri döndügümde sevgili bilgisayarima virus bulasmisti, o yüzden gecikmeli yayinliyorum.

Samstag, 7. März 2009

Köprü altindan akan sevgili suya



"Köprünün altindan cok sular akti" demisti biri bana pismancasina, "cok degistim" demisti bir sans daha istercesine. "Beni sular degil köprü ilgilendiryor" demistim, hayir dercesine. Ama anlamadi, ya da anlamak istemedi.


O'nun bilmedigi Su ve Ben hakkinda o kadar cok sey var ki..Ben yüzme bilmem, suyun sirrini saklayan ben bir karis suda bogulabilirim. Hava istedigi kadar sicak olsun, Su ise soguk, ben icine girip de yüzemem.
O su icinde en güzel, en lezzetli baliklari barindirsin, ben onlari tutamam, onlarin cirpinarak can verislerini seyredemem.
O su istedigi kadar berrak olsun, isterse ab-i hayata dönüssün, egilip te o sudan icmem, icemem. Pet siselerde ki suya dahi üc kere baktiktan sonra icebilen, takintili bir insanim.

Iste bu sebeplerden dolayi beni ilgilendiren O tahta köprü iste. Altinda akan sular aksin, hep ayni kalan köprü. O köprüye bir adim atiyorum, gicirdiyinca korkuyorum, adimlari geri geri gidiyor. Sevdigim ama icinde olmak ismedigim sudan beni uzak tutacak olan köprü degismeli, tamir edilmeli. Yoksa ben hep bu tarafta kalirim, karsiya gecemem.
Ah bu yanilgilar, Su degil de birer tahta köprü oldugumuzun farkina varsak, daha az gicirti olurdu herhalde.

Samstag, 28. Februar 2009

Daha cok genc bir yazi

Dün dogum günümdü. Cocukken dogum günümün hatirlanilmasi cok önemli idi. Unutulunca acayip küserdim. Büyüyünce o kadar da önemli olmadi. Sadece dogdum, niye kutlayalim ki dedim. Simdiler de ise hem önemli hem de önemsiz. Yani unutulsa ne olur. Tabi ki hic bir sey. Beni bir yil boyunca unutan, önemsemeyen insanlar bu günü de hatirlamasinlar. Hep benimle birlikte olan insanlar bu gün de benimle birlikteler. Mutlu bir gündü. Daha gencim. Bunu duymakta güzeldi. Tabi bunu söyleyenler 26 ini geri de birakan insanlardi. "Biz 26 ini kiymetini bilemedik sen bil" dercesine cok "gencsin" dediler.
Dogum günün 2 gün boyunca kutlanir benim hep. Aile fertleri beni hep 28 subat dogumlugum diye hatirlarlar. O yüzden is arkadaslarim 27 Subat ta, ailedekiler 28 Subat ta kutluyorlar. Hic sikayetci degilim.
Bu yasim diger yaslarimdan farkli olmali. Üzüntüler, ayriliklar, hastaliklar bizden uzak olmali. Ama hakli bir istek bu. 25 yil boyunca senenin yarisini hastanelerde gecirdim. Hem kendi saglik sorunlarim yüzünden, hem yakin cevremde ki insanlarin saglik surumu nedeni ile. 2 vatanli hayat sürdürüyorum. Türkiye ve Isvicre arasinda ki gidis gelisler. Bu gidip gelmeler öyle tatil amacli olmuyor. Hic düsünmedigim bir an da tatil icin geldim su iliman ülkeye, geri dönemedim. Birilerine sarilip söyle doya doya "elveda" dememistim. Ne de olsa tatil icin, kisa sürecekti. Nerdeeee. Hayatim hep öyle zaten. Köklü degisiklikler yapiyorum ve bu kararlari almam sadece on dakika sürüyor.
Hayatima birileri giriyor, gidiyor. Aglamiyor, üzülmüyorum. Sonra giden ansizin geri dönüyor. Sasirmiyorum. Kaotik bir hayat benim ki.
Ama ben hep ayni soguk kanliliktayim. "Yasamam gerekliymis" diyorum. Ah bir de ders almayi basarabilsem. Mükemmel olacak.
Velhasili iyi ki dogmusum.

Mittwoch, 25. Februar 2009

Öylesine..

Bugünler de icimde nedenini bir türlü anlayamadigim bir sevinc var, bütün olumsuzluklara ragmen mutluyum. Hayirdir insallah

Neden güzellesme cabalarim hep cirkinlikle geri döner ki? Dudagimin kenari enfeksiyon kapti galiba, agzimi acamiyorum. Bir insan cirkinlige bir yilda alisir, fazla rahatsiz etmez. Ablam bir türlü kabul edemiyor benim cirkinligimi. Be kadin birakta cirkin ama mutlu olarak ölüyüm.

Sevgili arkadasim misafirci de gelmis,katilmis. O na da burdan tesekkürlerimi sunuyorum ve hosgeldin diyorum.

Artik uyusam iyi olacak, öpüldün.

Montag, 23. Februar 2009

Merak

Ben ne merakli bir insanim ya rabbi'm. Bazen kendi kendime hayret ediyorum. Suraya iki satir bir sey yazayim diye giriyorum. Sonra o blog senin bu blog benim dolasip duruyorum. Hadi bu merak kültürel bir sey olsa. Nerdeee! Insanlarin özel hayatlari ile alakali seyler daha cok merakimi dürtüklüyor. Burdan kendime "sana ne?" diye haykiriyor kendimi bana cagiriyorum.

Kendim gelince bir ara devam ederim

Simdilik Tschüss

Donnerstag, 19. Februar 2009

Allah'lik Taslamak


Yapay Zeka, Ada ve Bir Adam Yaratmak izledigim bu üc filmin ana temasi buydu bence, tanri olmaya calismak, O'na rakip olmak, mükemmellige ulasinca Allah olduguna inanmak, ve Allah ile yarisirken "insanlar icin yaptik"diyebilmeleri. Bu üc filmi biraz daha yakindan inceleyelim.

Yapay Zeka (A.I. Artificial Intelligence); teknolojinin alip basini gittigi bir zaman, bir mucit robatlarin oyuncak, hizmetci, isci haricin de baska bir sey daha olabilcegine inaniyor. Onlarin gercek bir insan gibi sevebileceklerine inaniyor ve basliyor yaratmaya. David O nun yarattigi sevebilen, ögrenebilen ilk cocuk.Hersey basta cok güzel, David evlatlik ediliyor, cocuklari hasta bir aileye veriliyor. Zaten David de ailenin cocuguna benziyor, tek farki yapay bir zekaya sahip olusu. Bu güzel hikaye Martin in iyilesmesi ile bozuluyor, ev iki cocuga dar geliyor ve birine (tabi ki yapay olana) yol görünüyor. Yapay olan terkediliyor, ama hic vazgecmiyor, geri dönebilmek icin hayallerin pesinde kosuyor.


O nu insanlar yakaliyor, kafase kapitiyorlar.Kapatildigi kafeste bir el tutuyor, o elin sahibi robot ile birlikte hayallerinin pesinden gidiyor. O hayal kurmayi basaran, pinokyo ya olanlarin kendine olabilecegine inanan, yaraticisini sasirtan bir yaratilan. O nu yaratan yaratici olmadigini tam kavrayamiyor bence.







Ada (Island); Teknolojiler yine insanlar icin, onlarin refahi, hayatlarini kolaylastirmak icin. (zengin) Insanlarin saglik, yaslanmak gibi korkulari, bir mucidin yaratma sebebi oluyor, bir enstütit kuruyor, icinde ise yarattigi insanlar, yani gercek insanlarin birer kopyalari. Onlarin yaraticilari,sadece uyuyan kopyalarin amaclarina hitap etmedikleri icin acimasiz bir teknik gelistiriyorlar. Onlara umut denilen seyi veriyorlar. Ada; onlarin umudu, gitmek istedikleri yer, tertemiz bir ortam. Kopyalar kendilerine ögretileni biliyor onlari yasiyorlar. Dünya kirlenmisti ve onlar burda güvende idiler. Kendilerinin birer yedekparca olduklarinin farkinda degiller.




Beklenilmedik bir sey oluyor ve biri kendine ögretilenlerden daha fazlasi oldugunu görüyor. Kopyalardan birinde hafiza olusuyor, Ada ya gitti denilen insanlara ne oldugunu görüyor ve baska bir kopya ile birlikte hayata dogru kaciyor. Bu kacis esnasinda onlari kovalayan avci bu yaraticilik oyununda nerde durmasi gerektigini fark ediyor. Hikaye mutlu son ile bitiyor, ama yaraticilaga soyunan mucidimiz, bunun farkina varmiyor. Insanlar icin dogru bir sey yaptigina inaniyor.



Bir Adam Yaratmak; Aslin da bu bir film degil, Ustad in piyesi iken, 1977 yilinda 3 bölümlük dizi haline getiriliyor. Cocukken izlediyip anlamadigim halde hayran kaldigim bir saheserdi. Belki de herseyin renkli oldugu bir zaman da izledigim,ilk siyah beyaz film olmasindan kaynaklanan bir hayranlikti. Ama yillar sonra nette tekrar izleme imkani buldum, bir kez daha hayran kaldim, iki rengin her tonunu görebilmis oldugum icin degil, konusuna,oyuncularina hayran kaldim. Neyse ben uzatmadan konuya döneyim.
Hüsrev bir piyes yaziyor. Kendini incir agacina asan bir adamin oglu, kazara annesini öldürüyor ve bu hatasi kensini ayni incir agacina asmasina sebep oluyor. Muhtesem bir piyes, izlemeyen, konusmayan kalmiyor. En cok konusulan, sorulan ise O incir agaci. "Neden sadece agac degil de incir agaci?" diye soruyor bir gazateci. Bu soru her cevapsiz kalisinda merak daha cok artiyor. "neden incir?"

Hüsrev yarattigi eseri "dostlari" ile tartisirken,canlandiririken kazara akrabasi Selma'yi öldürüyor. Bu ölümden sonrasi Hüsrev yarattigi ile yüzlesiyor. Hüsrev hatasini haykiriyor, acik acik söylüyor ne yaptigini.

‘’Ben ne yaptım? Bir hududu zorladım. Bendimin dışına çıkmak isterken, kendime rast geldim. Meğer kul olduğumu anlamak için Allah’lık taslamalıymışım! Meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkışmalıymışım! Ben ne yaptım? En sağlam basamağı ayağımdan kaydırdım. Körlüğü zedeledim. şimdi görünen şeye nasıl bakayım? İnsan kaderini bir rüya gibi uykuda bulur. Bu rüyayı uyanık nasıl seyredeyim? Allah’la kalabalık arasında kaldım. boşlukta nasıl durayım?’’

"Anlayın bu azabı! Bir azap ki, kul olduğum için çekiyorum, çekmemek için Allah olmak lazım. İnsana göre değil bu; yok bunu çekecek aza insanda! Yetişir! gelsin artık her şey yerli yerine! Verin bana artık dünyamı!"
Hamis; Bir adam yaratmak filmi ile ilgili güzel bir resim bulamadim, bulunca bir ara eklerim.

Montag, 16. Februar 2009

Basliyoruz

''osman hiç bıçağın deştiği yerden kan akmadığı olur mu?benim de beynimden kan akıyor.ben düşünmüyorum,beynim kaynıyor.görüyorum,gözlerimi yumunca görüyorum.beynimin etten yuvarlağı üstünde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor.ben istemiyorum osman!fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?''


Diye soruyor Hüsrev. Hüsrev düsünmeden yapamiyor ben ise yazmadan. Ben yazmaliyim, anlamli anlamsiz, birileri okusun ya da okumasin, ben yazmaliyim. Yazmadan yapamiyorum, beynim degil ama parmaklarim kaniyor.


Ustad in "bir adam yaratmak" isimli muhtesem tiyatro eseri ile baslangic yapmak istedim. Ama nerde ben de en sevdigim sözleri bana hatirlatacak hafiza. Google da bir arativeriyim dedim günlükcüm, Google bulmaz mi? Bulur tabi ki hemde fazlasi ile. Cocukken izledigim, hayran kaldigim TRT dizisini de buldum. O yüzden yazmaya ara verip, havizami tazelemek ve cocukluguma dönmek istiyorum. Daha sonra sana ayrintisiyla anlatirim.