Sonntag, 13. Dezember 2009
Icerden ve Disardan Haberler
Bir hafta önce halk referandumu yapildi ve savas silahlari ve mineraler halk tarafindan istenilmedi. Minera mevzusu Türkiye de ve dünya da büyük yankilar buldu. Hadi Dünya yi anlarim da benim canim vatanim niye galeyana geldi onu anlayamadim. yillardir benim ülkemde basörtüsü siyasi sembol, yok mahallelilere baski falan filan gibi sebeplerden dolayi yasak. %99 müslüman bir ülke de basörtüsünü 40 ad takilip 40 kere yasaklaniyor, ögrencilerin ögrenim hakki ellerinden aliniyor, kalkmislar isvicre ye kafa tutuyorlar. Neymis mineraye istememisler. Böyle bir sey nasil referandum da oylaniyormus. Burasi isvicre, burda her halt oylanir. Savas silahlari neden oylandi?? Halk ne anlar o silahlarin gerekliliginden. Ya da genetiksel arastirmalarda halk oylamasina sunuldu. Halkin hepsi doktor mu? Gerekliligi ya da gereksizligi hakkinda nasil emin olabilirler.
Aslinda dünya ve türkiye gec kaldilar. Tam bir aydir SVP fasizan slogonlarla, pankartlarla müslüman halka, yabancilara saldiriyor. Bu noktada yurtdaslarini korumaliydilar. Yasak ciktiktan sonra kükremekle olmuyor. Ayrica minare olsa ne olacak. Ezan mi okunulacak? Ya da camilerin yeri mi belli olacak. Kimse alinmasin ama burda camiye ramazandan ramazana gidiliyor. erkeklerin hakkini yemeyelim her cuma türkiyede ki gibi camiler doluyor. Ama her insan kendi dernegine gidiyor. Kendisi gibi düsünen insanlarin yaninda namaz kiliyor.
Simdi konusulan mevzu ise basörtüsü yasaklanmali mi? Eveet.. Yüzlerinin akiyla minare sorunu haloldu sira bastaki örtüler de. Zaten Illegal bir basörtüsü yasagi var. Burda hersey özel sektörün elinde. Is icin ya da staj icin bas vuranin tipine,kiligina kiyafetine ve hatta adina bakip karar veriyorlar. Ben basörtülü calisan istemiyorum denildigi zaman Insan Haklari mahkemesi dahi bir sey diyemiyor.
Simdi de disardan haberler;
DTP yasaklandi. Bir nevi kendileri kasindilar. En az bir yil meclis rahatlar da DTP gider yerine YTP (Yasaklilar Toplaniversin Partisi) kurulur. Kökten cözüm yok yine. Gerci bu sorunu kökünden cözümleyecek olanlar yine kökündekiler yani kürtler. Kürtler gözlerini acmadikca Türkiye Siyaseti iki acilim bir kapalim seklinde corap örecek.
Neyse Allah iceriye de disariya da kolaylik versin.
Samstag, 24. Oktober 2009
Vampir Filmleri
Vampir dogulmuyor vampir olunuyor. Vampirlik dogustan degil, sonradan bir isirik, bir kac damla kan ile ölümlü bedenden ölümsüz vampirlige geciliyor. Bazi filmlerde vampir insani istirinca o insan da vampir oluyor. Ama bir kac filmde de vampir insani istirir, ölmeye yakin iken zavalli insanciga kendi kanindan icirir. Böyle yeni vampir dünyaya hos gelir. Bu fikir daha cok hosuma gidiyor. Yani o onu istirir, o da öbürü istirir ve hepsi vampir olursa vampirligin ve dünyanin hali ne olur. Hepsine yetecek kadar kanimiz yok degil mi? Insan irki cabucak tükenir ve vampirler acliktan kendi irklarini yok etmis olurlar. Vampirlerin secici ve secilen olmalari da onlara ayri bir karizma katiyor. Violet filminde ki gibi yapilan deneyler ya da salgin yüzünden vampir olanlarida var. Onlar da modern zaman vampirleri.
Vampirlerin özellikleri: Avrupalilar (bazen amerikali), kültürlüler, müzisyenler, güclüler, sezgileri güclüdür ve her biri Tanri'nin bos vaktine denk gelmisler. Ölü olduklari icin soluk bir tene, soguk bir bedene sahiplerdir. Daha iyi istirabilsinler diye disleri uzun ve sivridir.
Olsa da istirsa dedigim vampirler;
Edward (Robert Pattison)
Alacakaranlik
Vampir olmak icin en uygun yas; hepimizinde bildigi üzere vampirler yaslanmiyor. Hep bedensel ölümü gerceklestigi yasta kaliyorlar. Vampirle görüsme filminde gördügümüz üzere cocuk yaslar hic uygun degil hem de hic. Hic büyümeyeceklerini anlamalari daha dogrusu kabul etmeleri cok zor oluyor. Hepimiz cocukken bir an önce büyümek istemistiriz. Cocuk vampirler ne yapsin. Onlar sonsuza kadar cocuk, sonsuza kadar yaramaz, sonsuza kadar sorun cikarirlar. 50 yas üstüde pek uygun degil. Blood(son vampir) filminin vampiri Saya'dan gördügüm kadariyla 15 yasta pek uygun degil. Tam ruhun deprestigi zamanlar. 100. yastan sonra olgunlasilir ama Saya gibi sevdicegi istirmis iseniz sonsuza kadar mutsuz, sonsuza kadar arayan, sonsuza kadar lanetler okuyan bir vampir olunuluyor.Bence en iyi yas araligi 25-35 yas arasi. Fizik anlamda her seyin yerli yerinde oldugu yas araligi bence.
Vampirin ask hayati; Bir ölümlüye asik olduklari zaman hayatlari kabusa dönüsüyor. Bir de sevdicek "istir beni" diye israr etmesi yok mu? Neymis efendim O da vampir olup sonsuza kadar birlikte yasacaklarmis. Sonsuz aska inanan ölümlü iste, hem de hic aci cekmeden.
Erotizm. Bu da vampir filmlerinin vaz gecilmezi, vaz gecme meselesi de degil aslinda filmler boyuna yönelik olunca erotizm de geliyor iste.
Vampirler nasil ölüyor. Bu konuda film yapimcilari hem fikirler. Kalpterine kazik cakildigi zaman, yakildiklari zaman, güneslendikleri zaman ve bir ölünün kanini ictikleri zaman. Bayat kan zehirliyor olsa gerek.
Daha cok resim eklemek isterdim ama, bu bloga resim eklemek bir iskence gibi. O sebepten dolayi google buyrun diyorum.
Benim begendigim vampir filmleri ise sunlar;
Lanetliler kralicesi (Queen of the damned) -> müzikler harika
Vampirle görüsme (interwiev with Vampir)
Underworld
Alacakaranlik (twilight)
Blood
Donnerstag, 22. Oktober 2009
Internet sicilim
Eksi sözlük; 2004 yilinda anemi hakkinda bilgi ararkan buldum bu siteyi. Önce okuyucu oldum,sonra tabi ki üye olmak istedim. Ama öyle üyeligim ertesi gün onaylanmadi tabi ki. Ben de baska sözlüklere söyle bir bakiyim dedim veeeee
Zamane sözlük ile tanistim. Ilk üyelerinden sayilirim, ama pek öyle muhabbettim olmadi kimselerle. Bir kac ay sonra eksi sözlük yazarligim onaylandi. Ama yazamadim. 6. nesildim ve saldirilar hep altinci nesillereydi. Hem de o kadar cok insan vardi ki, aradigimi bulamadim. Neyse dedim döndüm zamane ye. Simdi ki halini gördügüm zaman icim aciyan zamane sözlügü. O yillar da en iyi 2. sözlüktü. Simdi görüsmedigim, konusmadigim arkadaslar edindim. Sonra sözlük bagimlisi oldum. Her sözlüge üye oldum. Ama her sözlüge. Kampüs sözlüge dahi. Su anda ise birebir sözlüge takiliyorum. Ona da üyeligim 2006 idi galiba.
Gayet.net: güzel hos testler var. En güzeli de mesaj yazmanin belli bir miktardan sonra ücretli olmasi. Ayni kisi sizi defalarca rahatsiz edemez. Ama farkli farli kisiler rahatsiz edebilir. Orda bana gönderilen bir kac komik mesaj örnegi;
- iyi akşamlar...selam...meraba...çok sevimlisiniz???
(nerden anladi acaba sevimli oldugumu, profilde resim yok ki?)
-Hey yumurtaya can veren allahim, su profilime bakan kizin bir daha bakmasini sagla, ya da buna benzer bir seyler... Ve ilginc taraf böyle yazanlarin hic birininde profiline bakmamis olmam.
Bu sözde bana hep müslüm gürsesi hatirlatir. O sebepten dolayi bayaaaa bir antipatik tanisma seklidir.
Fotocommunity: büyük umutlarla üye oldugum ilk yabanci site. Fotograf cekmek hobimdir. Bilgisayarimda yiginla amatör calismalarim kayitli. Belki burda paylasirim iyi olur dedim, bedava.. Bayiliyorum böyle bedava sitelere üye olunca onlarin bedava olmadiklarini görünce. Haftada sadece bir fotofraf gönderilebiliniyor. Daha fazlasi icin para para.. Ikinci darbeyi ise gelen ilk mesaj ile aldim. Hatunun biri fotograflarini görmek isteyip istemedigimi sordu da. Tabi ki fotograflar fotograf yani. Nasil diyeyim yüz kizartici fotograflardan. Neysi ki bu tarz teklifler sadece bir kere geldi, bir daha gelmese iyi olur.
Blogcu da blogum vardi, O'nun ile fazla ilgilenemedim, sonra burayi buldum. Bu blogspot daha cok sardi beni. Türk kadin blog yazarlarina üye oldum. Aslinda sevmem böyle kadin, türk seklinde sinir cizilen ortamlari ama bir kere üye oldum iste. Türk blog yazarlarina üye olamadim. Begenmediler galiba beni.
Arkasi yarin, belki de öbür gündür. Simdi kesin bir sey söyleyemeyecegim ama bir devami var bu yazinin.
Montag, 12. Oktober 2009
Evet, ich will
Sonntag, 4. Oktober 2009
Aliskanliklarim
Ögleden sonra calistigim zamanlar tren istasyonundan kahve almak ve kahvemi yudumlaya yudumlaya yürümek. Her kahve alisimda da "ay cöregi alirmiydiniz?" diye soran saticiya hayir demek. Halbu ki o saatlerde hep ac olurum :(
Tipi, fikri, zikri ne olursa olsun bir erkekten gelen her teklife hemen hayir demek.
Pencermin panjurlarini hic acmamak.
Bardagin dibinde mutlaka 2 yudum birakmak.
Susmak, konusmamak.
Hayal kurmak, bazen sürekli ayni hayeli kurmak.
Düsünmek, yazmak.
Her 1 Ekim'de "ne kadar da salagim" demek.
Her 2 Ekim'de hatirlamak, "aslinda o sözleri hakketmemisti, ama 1 Ekim var arada ne yapsaydim?" diye kendimi hem azarlamam, hem de gurur duymam.
Hemen hemen her gün bloguma bir seyler yazma karari ile bilgisayri acmak, sonra da baska seylere bakip unutmak.
Beni aramayani aramamak, selam vermeyeni yillarca görmezden gelmek, gidene güle güle demekten baska bir yapmamak, söylememek.
Yazdigim bir yaziyi okumamak, okuyunca yayinlamamak.
Freitag, 25. September 2009
Melekler ve Seytanlar-Illuminati
Dienstag, 1. September 2009
Basörtüsü nasil siyasi sembolhaline geldi?
Acaba basörtüsünün kamu alaninda ki, cumhuriyetimizde ki tarihcesi nedir? Ilkler nedir,kimdir? aldigi isimler ne olmustur? En cok merak ettigim ise kültürümün, dinimin bir parcasi iken, hangi arada siyasi sembol haline geldi? Bütün isimi biraktim internette bir arastirma yaptim, bol vaktim ve kitaplara kolayca ulasabiliyor olsa idim bu konu hakkinda yazilan kitaplari okumak isterdim, ama ben kolayi sectim.
Dr. Sule Ökten, kamu alaninda ki ilk basörtülü insandir. 1950 yillarda ki tek örnek O olmustur.
Dr. Gülsen Ataseven, Hacatteppe Tip Fakültesi'ni 1964 yilinda birincilik ile bitirir, ancak basi örtülü oldugu gerekcesi ile kürsüyü cikarilmamistir.
Bu isimleri bizler pek tanimayiz. Cogunlugun bildigi isim Ali Babacan'in halasi Hatice Babacan'dir. Kendisini tanimamizin nedeni ise ilk ögrenci olayina, basörtüsü konulu ögrenci direnise vesile olmasidir.
Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi ögrencisi iken derse basini örterek katilmistir. Kürsüde dersi anlatan Prof. Dr. Neset Cagatay O nu fark etmis ve "hey sen, sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başsını ac ya da dısarı cik" demis ve tartismalar günler boyunca sürmüs, ögrenci direnisleri ile tarihe gecmistir.
Prof. Dr Neset Cagatay adini dahi bilmedigi bir ögrenciyi cumhuriyet icin bir tehlike oldugunu düsünmüstür, ayni diger meslektaslari gibi, ama Hatice Babacan, istekleri,kimligi konusunda israrci olmustur. Iste bunlari okudugum zaman buldum buldum diye haykirdim. O yillar bilindigi üzere ögrencilerin "su tenekeye kedi carpip devirse de tenekenin hakkini savunsak" diye gezindigi zamandi.Acimasizca bir tabir olmus olabilir, bunu ortama kaos hakimdi seklinde sempatiklestirebiliriz. Komunist=vatan haini, miiliyetci=fasist oldugu zamanlarda dindarlara da bir kalip bulunmus irticaci gibi sifatlar yüklenmistir.
Sule Yüksel Senler,1960 yillarin sonunda hapis yatan ilk basörtülü yazar olmustur. Kalemini sert bir bicimde kullanmistir. Dedikodu gazetesine göre anadolu'yu karis karis gezmis ve anadolu kadinlarina basörtüsünün islamda yeri olmadigini, baslarini turban seklinde baglamalari gerektigini anlatmistir. Bu yüzden O na Sulebas da denilir. Bircok insan "iste bu kadin, dini inanclari bu hale getirdi" der.
1980 li yillara kadar basörtüsü yasak olmustur, basörtüsü yerine türban, sikmabas gibi tabirler kullanilmistir.
80'li yillar sonrasi ise önce "boyun ve kulaklar acikta birakilmak kaydi" ile basörtüsüne yesil isik yakilmis, 2 yil sonra "ya carsaflilar ve mayolular da gelirse" denilmis, tekrar yasaklanmis, sonra tekrar serbest denilmis, tekrar yasaklanmistir.
1990 li yillara ise Emine Senlikoglu, Emine Eroglu, Emine Erdogan, Meryem Akbal, Serpil Öcalan gibi isimler dikkati cekmislerdir. Onlarin giyimleri, duruslari irdelenmisde irdelenmistir. Onlar insanlari saskinliga ugratmistir.
Bu kadar seyi okuduktan sonra görüyorum ki, türbanlilar saygi görürlerken toplumdan dislanmislardir. Saygi görmüslerdir, cünkü kolejlilerin gidebildigi okullara gidebilmislerdir (ki bu cümle 1960li yillarin durumu düsünülerek okunulmalidir), dislanmislardir;cünkü modern kadin,kültürlü kadin denildigi zaman ne yazik ki tesettürlü kadinlar akla gelmez, onlar genellemelerin disindadirlar.
Buldum dedigim yerde buldugum seyi tekrar kaybettim ve israrla soruyorum, basörtüsü nasil ve ne zaman siyasi sembol halini aldi?
Kaynak: Bu yaziyi yazarken Fatma K. Barbarosoglu'nun yeni safak gazetesinde ki "Basörtüsündeki ilkler" adli yazisindan yararlandim.
Hamis; basörtüsü, basiörtülü, türbanli, tesettürlü gibi tanimlar arasinda kaldim, umarim ki neyi kastettigim anlasiliyordur.
Iyi yarinlar (2007)
Donnerstag, 20. August 2009
Domatese Benzeyen Kücük Domatesler
Yazmak istedigim onca konu varken, bu gece bir kac bitkiden bahsedecegim. Dogadaki her bitkinin her otun bir latince adi var ve her birininde halk arasinda bir adi var. Adlandiramadigimizi da falana benzeyen meyve filan yaprakli gibi. Ben de her gördügüm yuvarlak, kirmizi meyveye, bitkiye domatese benzetmisimdir. Uyariyorum, resimleri internetten arakladim ve bitkiler hakkinda pek bilgim yok. Yine bazi bilgileri internetten arakladim. Yani güvenirlikleri yoktur.
Alic: Bunlarin daha yuvarlak, daha domatese benzeyenleri de var. Bunu yemeyen kalmamistir herhalde.
Bu güzel kirmizi top seklinde ki meyveler zehirli imis. Cocuklar bunlarla bolca oynarlarmis. Anneler babalar dikkat, internet karin agrisi yapar, göz böbeklerini büyütür, itina ile zehirler diyor dikkatli olun.
Samstag, 15. August 2009
Zedeli Ebrulari Degerlendirme Servisi

Tam bir yildir ayak ucumda hatali, zedeli kimselere hediye edemedigim ebrularim duruyordu. Onlari degerlendirmeye karar verdim. Ben onlari kesmeye baslayinca annem "ben onlara cerceve alip asacaktim?" diye feryad etsede nafile. Bu ebrula tablo olmayacak kadar kötüydüler, ama ben yaptim onlari atamamda. O halde onlari baska sekilde kullaniyim dedim. Ilk aday bu ebrum oldu. Bu güzel yüzü. Diger tarflarinda boya lekeleri olusmustu.



Son hal budur. Hos oldu. Artik küpelerim birbirne takilip kirilmiyorlar.
Ayni ebrunun diger kenarini da kitap ayraci haline getirdim.
Samstag, 8. August 2009
Alev Alatli ile Hadi Bastan Alalim
Freitag, 7. August 2009
Terazi Burcu Sarmis Dört Bir Yanimi
Gezmeyi seviyorlar. Iki hafta sonu ard arda evde oturusam kiyamet kopuyor. Küflenecekmisim evde durmaktan. Terazilerin bu enerjilerine hayranim. Gezmek onlari yormuyor.
Samstag, 1. August 2009
ULYTAU
Sonntag, 26. Juli 2009
Yalnizim be Blog
Facebook hesabimi kapattim. Bir nevi Türkiye ile baglarim biraz daha koptu ve daha da yalnizlastim.
Yaptigim her sey suc, yaptigim her sey kilo vermem sebep. Simdi de okudugum kitaplara taktilar. Neymis efendim, cok kitap okumak kilo vermeye sebep oluyormus. Daha neler duyacagim bilmiyorum. Anneler babalar neden evlatlarini hic begenmezler ki.. Evet cirkinim, zayifim, insanlarin icine girmiyorum. Ailem ne kadar dertli ya Rabb..
Is yerim azap gibi geliyor bana.
Galiba pismanim. Bunu 1,5 yil sonra itiraf edebilmek ne kadar güzel, degil mi ama. Ama ne icin, neden pisman oldugumu yazayamayacak, söyleyemeyecek kadar da korkagim.
Mittwoch, 22. Juli 2009
Hayatimdan bir "O An" ve Hayatimdan bir "O"
"Sacma bir sey bu. Her ölü ayri bir güzellikte oluyor. Sevap günah meselesi ahirette bellî olur. Ölünün bedenine yansimaz" dedi.
Sonra babaannemi sira ile yikadik. Gusül abdesti aldidik. Sira geldi kefenlemeye.
Mittwoch, 15. Juli 2009
Tutiname
Sonra biraz büyüdüm. Ortaokula basladim. Yine ayni tepkiler geldi ögretmenlerimden. Ben de papagan gibi hep ayni seyi tekrar ettim. Edebiyat ögretmenimden ayni tepki geldi. "Cok güzel bir adin var." Ben hazirlikliydim. Anlamini biliyordum ama "anlami ne demek" diye sordugu zaman hemen cevap verecektim, ama soru bu kez farkli bir sekilde geldi. "Adinin osmanlicasini biliyor musun?" benden cevap gelmedi tabi ki. "Tuti. Osmanlicasi Tuti. Bir cok manzum eserde gecer."
Öyle imis. Edebi bir adim varmis. Sevindim tabi ki..
Az biraz daha büyüdüm ve liseye basladim. Yine edebiyat dersi yine ilk gün yine ayni muhabbet, ama biraz daha ilerlemisi. Bu kez Tutiname adinda ki bir manzum eserden, iran efsanesinden bahsetti hocam(ögretmenimin adi Mustafa idi, bir O'nun adi aklimda kaldi. Neden acaba :) ). O yillarda hic merak edipte okumadim. Kitap okumayi severim ama bu kitabi okumak hic aklima gelmedi. Lisedeyken lakabimda Tuti idi. Sevmeye baslamistim adimi.
Aradan yillar gecti. Tabi bu gecen yillar da bu soruyu milyon kere duydum, Tuti'nin gectigi cümleler, manzum eserler bana okundu. Adim bir nevi bazilarinin ne kadar bilgili olduklarini göstermelerine yardimci oldu. Misal; Nefin asagida ki gazeli en cok duydugumdur. Severim de. Baris Manco da vakti zamaninda güzel yorumlardi.
tuti i mucize guyem ne desem laf
degilbeli yarim beli dost beli mirim beli dost
cerh ile soylesemem ainesi saf
degilbeli yarim beli dost beli mirim beli dostehl-i dildir
Ist

Eserin orjinali Sankritce. Farsca kaynaklar da varmis. Benim okudugum Süleyman Tevfik tarafinda tercüme edilmis.
Said adinda bir tüccar bir tuti (papagan) satin alit. Bu tuti cok zekidir, zekasi sayesinde Said cok paralara kazanir. Sonra zeki tuti O'na deniz ticareti yapmasini ögütler. Bu da ayrilik demektir. Said cok sevdigi karisi Mahiseker'e zor anlarda zeki tutiye danismasini ögütler. Göz irak olan gönülden irak olur derler ya. Mahiseker'e biri asik olur, aracilar koyar ve Mahiseker'i bulusmaya ikna etmeye calisir. Akli karisan Mahiseker akilli tutiye danisir. Aslinda kadin kararlidir. Bulusacaktir, ama birilerinden destek alip, sucluluk duygusundan kurtulmak ister. Tuti biliyor ki, kadina ahlaktan, sadakatten bahsetse kadin onu orda öldürecek. Tuti careyi hikayelerde bulur. Kadina gitmesini söyler, madem ki seven biri var, git ve genligini yasa diyor. Sonra "aman mahiseker'im yoksa falan gibi mi düsünüyorsun. Filanin yaptigi gibi mi yapacaksiniz?" diyerek merak tohumlarini ekiyor kadinin zihnine. Mahiseker dayanamiyor, "O kim, anlat bana o hikayeyi belki bir seyler ögrenirim" diyor. Tuti hikaye icin de hikayeler anlatiyor. Sabah oluyor. Mahiseker gündüz vakti bulusamiyor asigiyle, mecburen aksami bekliyor. Ama Tuti onu baska bir hikaye ile oyaliyor. Kocasi deniz severinden dönene kadar, Tuti bu hikayeler sayesinde hanimini yanlis yapmasina mani oluyor.
Derler ya cocuga güzel isim koy ki, cocugun huyu o isim gibi güzel olsun diye. Babaannem de bana Dudu ismini uygun görmüs. Ben de cocukken bu zeki ve geveze tuti gibi hikayeler anlatir olmusum. Büyüdüm degisen tek sey aklimda ki hikayeleri anlatmiyor olusum. Güzel bir sey edebi bir isme sahip olmak, bir ömür boyu adas sahibi olmamak. Ayse Fatma'lari bir düsünün. Her sinifta en az 2 Fatma olurdu. Ama Dudu öyle mi? Ben, degil sinifta koskoca okulda tek olmayi basarabildim. Sanal alemde bu teklik pek iyi olmuyor. Mahlasimi istedigim kadar degistiriyim, yine beni bulan buluyor.
Tuhaf tepkileri hic önemsemiyorum artik. Bana bir cok seyi ögretti bu isim. Bu yaziya okuyan baska bir Dudu var ise ve adini sevmiyor ise, Ona ögüdüm; sev kardesim adini ve bu hikayeleri sev.
Montag, 13. Juli 2009
Kacak Istanbul Gezim

5. ve 6. gün Kuzenimin evi bir hayli kalabalikti. Avusturya dan arkadaslari geldi. Amcam geldi. Aksama dogru Avusturya dan gelenlerin anne babalari geldi.
Sonntag, 31. Mai 2009
cirkinlikte ki güzellikler
Gördügüm baska bir blog ise bana cirkin kadinlari ve onlara asik olan erkekleri düsündürdü. Yanilgidayiz, kandiriliyoruz bunun farkinda degiliz. Efendim sevgili blogcumuz bir yilda en cok dinledigi sarkilari siralayi vermis. Listede benim de cok sevdigim bir parca olan Can Atilla;Zeynep hatun var. Hikayeyi ilk defa o blogda okudum. Zeynep Hatun Fatih Sultan Mehmed e asikmis, ama aski karsiliksiz kalmis. Blog yazarimiz bunun olasi sebeplerinden birinin Zeynep Hatunun cirkin olabilme ihtimaline baglamis. (blog adresini iki sebepten dolayi veremiyorum. 1. adresi unuttum :) 2. sebep bana kalsin :)) )
Afrodit: Hayir Afrodit e "O da cirkindi, mitoloji bizi kandirdi" demicem. Zaten yok böyle bir kadin. Mitolojinin tanricalarindan biri, güzelligin, askin, üremenin sembolü. Ama mitolojiye göre kocasi Ares O'nu gül parmakli safak tanricasi olan Eos ile aldatmis. Bu güzellikten bir erkek vaz gecebilmis.
Sonntag, 24. Mai 2009
Bana bir bilgisayar lazim..
Is yerinden internete girebiliyorum. O kadar cok yazmak istedigim sey vardi ki. Bu hafta, ama kesinlikle dizüstü bilgisayari aliyorum. Yoksa gercekten cok kötü hastalanacagim.
Freitag, 24. April 2009
Internetsiz günler
Stauffacher' dan 100 Franklik hediye cekim var. Ne alsam acaba diye düsünürken, gözüme hat setini kestirdim. 30'u ile onu alacagim. Ebrudan sonra sira da hat sanati var. Onuda ögrenmeye meyil etim.
Benim hep yasadigim bir sorun var. Son getiremiyorum. Yazdigim yazilarin sonuc kismi olmuyor. Bu yazininda sonunu bir seye baglayamadim. Böyle kalsin.
Freitag, 17. April 2009
Hayrani Oldugum Kadinlar; Alev Alatli
Sonntag, 5. April 2009
Hayrani Oldugum Kadinlar; Googoosh
Ilk acilisi Googoosh ile yapiyorum.
5 Mayis 1950 Tahran dogumlu, azeri anne bananin kizi. Kücük yasta sahnelere cikiyor. Genc kizliga adimlarini attigi sira ise müzisyenlerin dikkatini cekiyor. Iran da gencleri erkileyen sadece sesi olmamis, giyimi, dansi makyaji,saci olmustur. Orasi Iran ve Irana göre fazla avrupai imis. 1979 yilin da malum devrimden sonra O da yasaklanmis. Ancak 2000 yilinda sarki söylemesine ve yurtdisina cikmasina izin verilmistir.
Bu kadinin sesine hayranim, farscayi sevdiriyor insana. Cok güzel gözleri var, bakmayi bilen güzel gözleri var. Linkini verdigim video da güzel dans figürlerini görbiliriz. Haraketlerine ve kiyafetine bakildigi zaman avrupali meslektaslarindan ayirt edilemeiyor. Tek farki iran müzügini popla karistirip söylüyor olusu. Bu kadinin sesi ve hayati beni etkiliyor. 30 yil sarki söylemesine izin verilmemis, ama bülbüller sustularak sesleri paslanmazmis, bunu verdigi konserde de ispatlamistir.
http://www.youtube.com/watch?v=Ia0yorLYzTQ
Samstag, 28. März 2009
Freitag, 27. März 2009
Sessizlik Lütfen
Flash flash..
BBP helikopteri düsmüs.
Tebessüm ettim.
Bulurlar dedim, O serbetlidir dedim. Oradan da hafif yaralarla kurtulur.
Bir saat sonra ulasildigi, hastaneye kaldirildigi haberi verildi.
"Iste bu" dedim.Koskoca helikoptere de zaten aninda ulasilir degil mi?
Öyle degilmis, 2 gün sonra tesadüfen ulasiliyormus.
Sonra haber yalanlandi. Ama hep icimde umut vardi. Sonsuzlugun sahibine dua ettim, hic vazgecmedim Onlarin yasadiklarina inanmaktan.
2 gün boyunca uyuyamadim, ben sicak yatagimda yatarken Onlarin kar altinda olduklarini bilmek canimi acitti.Bu gece de uyuyabilecegimi hic zannetmiyorum.
Bu kayiptan sonra cok sey konusulacak biliyorum. Biz söylemistikler dolasacak etrafta. Insanlara mikrofon uzatilinca anlatacaklari cok seyleri var. Biz bilmistik diyecekler, hatta diyorlar bile. Peki bu bilgileri ne ise yaradi Allah askina.. Hangi merciye anlatmislar bu bilgileri.
Beni rahatsiz baska bir sey de "ceset" diye bahsediliyor olmalari. Su yilbasinda "kizli erkekli" eglenirlerken zehirlenen gencler. Bir mevki sahibi "ceset" kelimesini kullanmisti da ülke ayaga kalkmisti. Simdi O ayaga kalkanlar cok yorgunlar herhalde, sesleri cikmadiklarina göre. O gencler icin o kadar hassas olan insanlar, neden "ceset" diyorsunuz? Onlar bu kirli dünyada genclere temiz bir dünya hazirlamaktan baska ne istekleri vardi. Ya o muhabir. Haydi Muhsin Baskan ve arkadaslari "siyasii" idi. Peki O "yerimizi hala tesbit edemediniz mi?" diye caresizce soran insan, ekmek davasinda olan O insan ve Pilot. Bu onlara saygisizlik degil mi? Neden beynime mih gibi saplanan O kelimeyi kullaniyorsunuz?
Ya siz Muhsin Yaziciogluna katil diyenler, O gencecik yasinda 7,5 yil haps edildi, iskenceler gördü. Sucsuz bulundu, "aldigimiz özgürlügün senin olsun" denildi.Kimse özür dilemedi. Bunlari niye görmüyorsunuz. Agzinizda bir katliam kelimesi, suclu oldugu tespit edilememis, efsanelere göre konusuyorsunuz.
Hrant Dink'in arkasindan siirler yazan yüce insanin siirlerini simdi internette birbirine gönderen arkadaslar, simdi mi farkettiniz bu yüregi. Korkuyorum, sizler gibi o siiri saga sola gönderirsem sizlere benzerim diye. Siz simdi sokaklara dökülür "hepimiz üsüyoruz" diye de bagirirsiniz.
Lütfen susun artik, sessizlik istiyorum.
Bilincli yasadin hep, son miting de dahi "iki saniye sonra ne olacagimizin belli olmadigi bir hayat yasiyoruz" dedin. Sana ve diger 5 kisiye saygisizlik yapanlara cevabini hayatini kaybetmeden önce verdin aslinda. Sizler de konusun, sizlerin 2 saniye sonranizin garantisi var mi?
Ne mutlu sana, temiz yasadin, temiz öldün.
Hepimizin basi sag olsun.
Bazen baska insanlara o kadar cok özeniyorum ki. Ben de onlar gibi su bloga bir kelebekten, kustan, böcekten yazabilsem diye. Tek derdim gönül meseleri olsa da bunu büyük bir dert zannetsem diye. Ben artik yazmasam izi olur, cünkü yazdikca sacmaliyorum, yazdikca acim artiyor.
Üsümeyen Yigide
Baskanimiza henüz ulasilamadi, diger 5 kisi hayatini kaybetmis. Allah yakinlarina sabir versin. Onlar arkalarinda biraktiklari eserler ile yasayacaklar. Muhsin baskanim sen hala yasiyorsun biliyorum ve üsümüyosun. Seni yasatan tertemiz bir gecmisin ve eserlerin var. Üsümüyorsun da, bizim sevgimiz seni isitiyor. Sen sonsuzluga gittin biliyoruz.
Benim üzüntüm cok bencilce. sensiz bir hayat, siyaset tahammül edilemez artik.
Allah'im bizlere yardim et..
Donnerstag, 26. März 2009
Basliksiz
Kulaklarimda Muahbirin sesi.. Caresizligi. Erhan abi diye seslenisleri.
Ah Muhsin baskan, nice kazalar atlattin, nice iskenceler gördün, yasamaya devam ettin. Bu kez de kurtulacaksin degil mi? Siirler yazmaya devam edeceksin. Temiz siyaset yapmaya devam edeceksin.
Sen sagken "nasil yapsak da koltuktan indirsek" diye düsünenler, acaba seviniyorlar mi? "fasoydu,katildi" diyenler, onlarda gercekten üzülüyorlar mi? Bunlari düsünmemeliyim biliyorum. Ama engel olamiyorum beynime.
Allah'im sen yardim et kullarina.
Mittwoch, 25. März 2009
Allah im yardim et bize
Simdi ise kayip, helikopteri düsmüs. Zaman ilerledikce umutlarda kayboluyor. Ama ben soguga ragmen, o sert kayliklara ragmen umut ediyorum ve dua etmekten vaz gecmiyorum.
Allah im sen onlari bize bagisla.
Dienstag, 24. März 2009
Gece Nöbeti
Koskoca laboratuarda tek basinayim.Güzel oluyor, 10 saat boyunca yalniz calismak. Sakin heryer. Zaman bazen cok hizli akiyor, gece cabucakca bitiyor. Bazen cok agir.Düsünmeye bol vaktim oluyor, ama birseyler yapmaya oluyor mu diye sorarsan, sormazsan iyi olur ama, madem ki sormak istediniz, cevap veriyim. Onun icin de oluyor, ama ögrenemedim bir türlü zamani kullanmayi, vaktim yok dememeyi. Sabah oluyor, günes doguyor ve ben her defasinda bir seyleri yapamamis, düsüncelerimi bir nihayete ulastiramamis oluyorum.
Aksam hava kararmak üzereyken evden cikiyorum. 50 dak. tren yolculugu, uyukluyorum yolculuk sirasinda ya da birseyler okuyorum. Insanlari gözlemliyorum, bazen bir iki cümlelik muhabbet. Trenden iniyorum. Hava karamis oluyor cogu zaman. Karanlikta yürüyorum, korkmadan. Sonra birileri bana dogru yaklastigi zaman aslinda korkarak yürüdügümü farkediyorum. Saat 9 da, bazen bir kac dakika erken nöbeti devre aliyorum.
Nöbet basliyor. Cogunlukla sakin, arada bir birkac analiz, gelen telefonlar. Yüzlerini görmedigim insanlarla sanki birbirimizi yillarca taniyormusuz gibi konusuyoruz. Saat 3 gibi yatagimi, sicacik evimi özlüyorum. Bitse de gitsem diyorum. Sabah oluyor nöbeti devrediyorum ve günes dogarken evimin yolunu tutuyorum.
Bazen nöbet tutarken, nöbet tutuyor beni. Yalnizlik nöbeti.
Bütün hayatimi gece nöbetinde gibi yasiyorum. Yalniz oluyurom, yani bir ben oluyorum ve benim düsüncelerim. Arada bir hareketlilik. Ama hep sessiz. Bir seyler yapiyorum ama kendim icin degil. Birileriyle konusuyorum, tanisiyorum su hayatta, ama onlari taniyamiyorum. ben dogru düzgün taniyamadan hayatimdan cikip gidiyorlar. Bekliyorum, bitmesini bekliyorum, tekrar sessizlige kavusmayi bekliyorum.Korktugumu farketmeden yürüyorum, karsima cikacak seylerin bana zarar vermeyecegine inanarak.Özlüyorum, "ah bir gidebilsem" diyorum. Buralardan gitsem, kimseciklerin begenmedigi ülkeme dönsem ve begenmeyen insanlarin inadina begensem.
Hamis; bir yil önce bir yerlere böyle karalamisim,su anda nöbetteyim ve aklima geliverdi birden bu yazim. Burda da yayinlamak istedim. Bir kac degisiklikle.
Samstag, 21. März 2009
Museumsnacht
7 yildir trenle yolculuk yaparim, ama dün yani cuma günü, sanki 17:15 te evden cikarsam, 17:19 treneine yetisebilecegim hissine kapildim. 17:14 te bunun imkansiz oldugunu hatirlayip kendimi evden disari attim, tabi ki treni kacirdim.
Sonra arkadasimi arayip, 17:45 trenine binecegimi, ancak 18:15 te bulusabilecegimizi söyledim. Bir aptallik ta bu. Tren zaten 40 dak. da Bern de ben nasil olurda 30 dakika sonra bulusma yerinde olabirim. Trenden inince de bunu farkettim
Sonra Kornhaus a gitmek yerine Kursaal a gittim. Ne alakaydi acaba. Olmam gerektigi yerin orasi olmadigini fark edince, kosa kosa Kornhaus a gittim. Bu kezde ön giris yerine arkada arkadasimi bekledim. Zavalli arkadasim sogukta beni beklemekten donmustu. Bulusma yerine tam tamina 1 saat 15 dakika gec gittim. Biri beni bu kadar bekletseydi coooktan yemisti fircayi, bir de üstüne üstlük surat yapardim haftalarca.
O gün fark ettim ki Gülten iyi bir arkadas.
Neyse bulustuk, müze kartlarini aldik. Müze sayisi 1 den fazla olunca gidecegimiz müzeyi biraz zor bulduk. Havada cok soguktu. Rüzgar saclarimi savurdu, gözümü kapatti, kör gibi yürüdük yollarda.
Müzeyi nihayet bulduk. Müzelerin isiklandirmasi harika idi. Masallarda ki satolara benziyorlardi. Biz tarih müzesine osmanliya ait birseyler görme umudu ile gittik. Birinci kat "oriantal" kat idi. El ilanlarinda yazdigi gibi türk yemegi göremedik. Türk yemegi diye bir seyler yaptilar ama, daha önce böylesi bir sey tatmamistim. Igrencti. Salonda türk müzigi caliyordu. Tarkan, Orhan Gencebay, Emrah, Göksel, Nil KAraibrahimgil gibi güzide sanatcilardan eserler dinledik. Osmanliya ait pek bir sey yoktu. Bir kac kilic asmislar, gümüs esyalar. Ama tatmin edici degildi. Salon karanlik oldugu icin dogru düzgün resim cekemedim. Taylan Arikan' in baglamasina Srdjan Vukasinovic akkardeon ile eslik etti. Uyum harikaydi, karnim ac kaldi ama ruhumuz tika basa doydu.
Ikinci kat Einstein a aitti. Resimler, esyalar, bir kac belge. Erkekler fizigi cözebiliyor, en zor kuramlari basitlestiriyor ama kadini anlayamiyorlar. Sevgili Einstein ben senin kadinlari anlayabilme ihtimalini sevmistim, ama sen de capkin hovarda ciktin. Einstein mevzusuna ayri bir baslikta devam edecegim.
Alt kat Barock ile bezenmis idi. Her taraf aynalar ile kapli. O döneme ait bir kac resim, beni resmen icine cekti. Sanki elimi uzatsam masaya, insanlara dokunabilecektim. 3 genc sanatci (bir erkek, bir kadin biri de erkek ile kadin arasi bir sey, zannimca o da kadindi) fülüt caldi.
Ayni salonda Haller ile ilgili notlar, cizimler, maketler gördüm.
Müzede eski 1950 li yillara ait, cola makinesi, elektrikli süpürge gibi elektronik esyalar vardi.
Zaman cok cabuk gecti, bol bol resim cektim, onlari bir ara yükliyecegim, su anda nöbette oldugum icin bu isi daha sonraya birakiyorum. Laboratuari karincalar basti, beni de kasinti tuttu. Eger kasintidan ölmezsem o resimleri de eklerim.
Samstag, 14. März 2009
Minel Internet
Lisedeyken arkadaslar ortadan kaybolurlardi, internet cafe lerde vakit öldürüyorlarmis. O zaman ögrendim internetin bu akibetini ve ilk ön yargi o zaman olustu. Internet öcüydü benim icin. Uzak durmaliydim ve ödevlerimi ben eski metodlarla yapmaliydim.
Sonra (bu sonra iki yil kadar sonrasi) tatil icin geldigim Isvicre den geri dönemedim, liseyi biraktim, kaldim buralarda. Ilk yillarim cok güzeldi her sey toz pembe. Sonra anladim ki hayat buralarda zormus be. Almanca ögrenmek, okul bulmak beni epey bunaltti. Ailem hic farketmedi ama 2. ve 3. yillarim da her gece agladim. Depresyondaydim, yalnizdim. Basörtümden dolayi kabul görmüyordum, sokakta yürüyemiyordum, aileme anlatamadigim bir cok tatsiz olaylar yasamistim. bu sikintilar bana 2 ayda 12 kilo verdittirdi. Bir daha da kilo alamadim. 42 kiloyum, bu 42 kilo olusumun asil nedenlerini hic kimseye hala anlatamiyorum. Anlatirken aglamaktan korkuyorum galiba. Iste bu bunalimli zamanlarimda, internet virusu okulda bilgisayar dersi sirasinda bulasti bana.
Chat i gördüm, sevemedim. Sohbet odalarinda evlilik teklifi aldim,insanlar cildirmis olmali dedim bir daha asla sohbet odalarina yaklasmadim.
Ödevim icin internette kaynak ararken Eksi Sözlük'ü tanidim, yazar olma karari aldim. 6. nesillerin hor görüldügü zamandi. Sonra eski sözlük sayesinde zibidi sözlük (simdi ki adi ile zamane sözlük) ile tanistim. Sanal hayattan nefret ederken, sanal hayatin da aslinda real hayat oldugunu fark ettim. Orda ki yazar arkadaslarda pek bir tuhafti. Sözlükte ki ilk arkadasim Seferyo idi. Kendi adim ile yaziyordum, galiba bu sebepten dolayi sürekli saldiriya ugruyor, kendimi kavgalarin ortasinda buluyordum. Her yorumumdan sonra mutlaka sonu -izm ve -ist ile biten kelimeler yapistirliyordu.
Hayatima O girdi (isim vermek istemiyorum, ücüncü tekil sahis iste) kavga ettik,sonra arkadas olduk, bana yalanlar söyledi, birden "ben yokum" dedi. Peki dedim, önce umursamadim, sonra kendimi tutamadim ve neden diye sordum, benimle dalga gecme hakkini nerden buldugunu merak ettim. Cevabi daha kötü oldu.
Zamane sözlüge küstüm onun yüzünden ne de olsa sözlük vesile olmustu. Birebir sözlüge, private sözlüge, nedir.net e üye oldum. Eski de tekrar yazmayi denedim, uzun süre hal hatir sormadigim icin kaydimi silmisler. Kactigim kiseye birebir de rast geldim, ordan da kactim, tekrar zamaneye sigindim. Beni orda da buldu. Farkli bir mahlas ile yaziyordu, ve benimle tekrar konusmak icin yollar deniyordu. Yazdigim yazilara yorumlar yapiyordu. O nun O oldugunu biliyordum ve ses cikartmiyordum. Careyi mahlas degistirmekte buldum. Mahlasimi degistirince hersey degisti. Sözlük ahalisi birden bire sevimlilesti. Sohbetler düzeyli olmaya basladi. Beni erkek zannediyorlar, hala bir cogu beni erkek zanneder. Velhasili Misafirci ile tanistim, iyi bir arkadaslik basladi, sirlarimizi paylasir olduk. Su yüce internetin bana kazandirdigi sevgili bir arkadasim o. Bir cok ortak yönümüz var O'nunla, bu ortak yönler birbirimize bagladi bizi.
Cok sevdigim yazar Alev Alatli hakkinda arastirma yaparken, Onarimcilar'i buldum. Yillar evvel sizinti dergisinde okumustum galiba, ama bu yeryüzü bekcilerini ben birer hayal ürünü zannetmistim. Degillerlermis. Oraya da üye oldum. Alev Hanim yazilarini oraya gönderiyor, tartisiliyor konusuluyordu. Heves iste, ben de aralarina katildim. Sonra yine ayni sey oldu. O da ordaydi. Ne yalan söyleyim O'nun oralarda olma ihtimali cok yüksekti, ama ben de ki bu Alev Alatli hayranligi bile bile hata yapmama sebep oldu. O'na sorsak simdi ben O'nu takip ediyordum. Tekrar konusmaya basladik. Seviyordum Onunla sohbet etmeyi. Sohbetler renk degistirmeye baslayinca, bir sey aptim. Kötü bir sey ama böyle daha iyi. nefret keskin bir duygudur. O'nun benden nefret etmesini sagladim, feci felaket kevga ettik ve bu kez gercekten gitti. (Bu rastlasmalar yüzünden, yeni bir site görsem, ilk yaptigim sey O'nun da orda olup olmadigini kontrol etmek, yok olduguna emin olduktan sonra kayit oluyorum) Turna mail grubunda Alev Hanim'in yazilari yayinlanmamaya basladi, küstahlik diz boyu oldu, saygi ise yerlerde sürünmeye. Hal böyle olunca gitme zamani geldi dedim ve artik söyle arada sira da Türkiye de neler oluyor diye bir bakip kaciyorum.
Facebook'a bulastim, eski arkadaslarimi teker teker buldum, ama hicbiriyle de muhabbettim yok. en yakin, samimi arkadaslarim buz gibi.
Gecenlerde msn adresimi söyle bir acip baktim da, internetten tanistigim insanlar haber vermeden cikivermisler hayatimdan. Hic konusmuyoruz, selam dahi vermiyoruz. Bir zamanlar saatlerce muhabbet ederdik, sonra bilgisayari kapatinca hayatimdan cikiyorlardi. Hangi ara gittiler, ne zaman birbirimizi unuttuk hic anlayamiyorum. Bir Misafirci var, hayatimdan cikmayan, beni kirmadi blogspot ta yazmaya devam etti. Onu okuyabilmek, okuyupta yorumsuz kalmak büyük bir mutluluk. Hic bitmesin istiyor insan.
Internetin bana kazandirdiklari; Misafirci, bilgi
Internetin bana kaybettirdikleri; mektuplar ( su A4 kagida yazilan, posta yolu ile posta kutusuna atilan, cogu kez heyacan ve mutluluk yüzünden zarfi parcalanarak acilan, dokunulan ve hemen cevap yazilan), zaman, saf duygularim.
hamis: bu yaziyi aslinda 2 hafta önce yazmistim, söyle bir hava aliyim sonra "simdi yayinla" butonuna basarim dedim. Ama geri döndügümde sevgili bilgisayarima virus bulasmisti, o yüzden gecikmeli yayinliyorum.
Samstag, 7. März 2009
Köprü altindan akan sevgili suya
Samstag, 28. Februar 2009
Daha cok genc bir yazi
Dogum günün 2 gün boyunca kutlanir benim hep. Aile fertleri beni hep 28 subat dogumlugum diye hatirlarlar. O yüzden is arkadaslarim 27 Subat ta, ailedekiler 28 Subat ta kutluyorlar. Hic sikayetci degilim.
Bu yasim diger yaslarimdan farkli olmali. Üzüntüler, ayriliklar, hastaliklar bizden uzak olmali. Ama hakli bir istek bu. 25 yil boyunca senenin yarisini hastanelerde gecirdim. Hem kendi saglik sorunlarim yüzünden, hem yakin cevremde ki insanlarin saglik surumu nedeni ile. 2 vatanli hayat sürdürüyorum. Türkiye ve Isvicre arasinda ki gidis gelisler. Bu gidip gelmeler öyle tatil amacli olmuyor. Hic düsünmedigim bir an da tatil icin geldim su iliman ülkeye, geri dönemedim. Birilerine sarilip söyle doya doya "elveda" dememistim. Ne de olsa tatil icin, kisa sürecekti. Nerdeeee. Hayatim hep öyle zaten. Köklü degisiklikler yapiyorum ve bu kararlari almam sadece on dakika sürüyor.
Hayatima birileri giriyor, gidiyor. Aglamiyor, üzülmüyorum. Sonra giden ansizin geri dönüyor. Sasirmiyorum. Kaotik bir hayat benim ki.
Ama ben hep ayni soguk kanliliktayim. "Yasamam gerekliymis" diyorum. Ah bir de ders almayi basarabilsem. Mükemmel olacak.
Velhasili iyi ki dogmusum.
Mittwoch, 25. Februar 2009
Öylesine..
Neden güzellesme cabalarim hep cirkinlikle geri döner ki? Dudagimin kenari enfeksiyon kapti galiba, agzimi acamiyorum. Bir insan cirkinlige bir yilda alisir, fazla rahatsiz etmez. Ablam bir türlü kabul edemiyor benim cirkinligimi. Be kadin birakta cirkin ama mutlu olarak ölüyüm.
Sevgili arkadasim misafirci de gelmis,katilmis. O na da burdan tesekkürlerimi sunuyorum ve hosgeldin diyorum.
Artik uyusam iyi olacak, öpüldün.
Montag, 23. Februar 2009
Merak
Kendim gelince bir ara devam ederim
Simdilik Tschüss