Mittwoch, 8. Dezember 2010

Yazmak isteyip de yazamamak

Yazmak istiyorum, icimde ki bütün zehri dökmeyi, rahatlamayi. Ama olmuyor. Beni rahatsiz eden seyler var. Mutsuzmuyum mutluymuyum bilemiyorum. Yasi ortalamadan orta yas bunalimina mi giriyorum nedir?
Aslinda cok fazla ayrilik yasiyor olmamdan kaynaklanan bir sey. Cok fazla ayrilik ben de duygusuzluga dönüstü derdim, yanilmisim. Sadece duygularimi bastiriyorum, sonra birden böyle mutsuzlasiyorum.
Gidiyorlar, kendi hayatlarini yasiyorlar bense hep oldugum yerdeyim. Hic bir degisiklik yok. Özlüyorum hem de cok özlüyorum. Herseyi, herkezi.
Aglamak ne güzel bir seydir. Aglayamamak ise berbat. Gözyasim akmiyor. Duygularimi belli edemiyorum. Arkadaslarla bulustugum ya da karsilastigim zaman sitem ediyorlar. Kötüsü de kendimi savunacak bir seyimin olmamasi, gelisemiyor olusum.

Mittwoch, 26. Mai 2010

Ben Kücük iken...

Ben kücükken, agzi olup dili olmayan cocuklardandim. Hatta annem beni psikiyatriye götürüp, "bu cocuk salak mi? Hic konusmuyor" gibi bir soru yöneltmisti doktor amcaya. Doktor da "yooo gayet zeki" demisti.

Ben kücükken, arkadasim pek yoktu, hatta hic yoktu. Bir tane hayali arkadasim vardi, onunla oynardim. Ama geceleri odamda dolasmaya baslayinca küstüm.

Ben kücükken, allah'in her yerde olduguna inanirdim. Ablam bana hava heryerdedir deyince, allah'in hava olduguna kanaat ettim.

Ben kücükken, kara delige yolculuk yapmak, kara deligin yuttugu seylerin arasinda kaybolan esyalarimi aramak isterdim.

Ben kücükken, yanardaglardan cok korkardim, anneme yanardag olan bir yere tasinmak istemedigimi söylemistim.


Ben kücükken, alice harikalar diyarinda ki kediden korkardim (Hala da korkuyorum). Bir adam yaratmak filmin de ki kesilen incir agacina günler üzülmüstüm. Reis Bey filminde ise hep asil katil bulunup o adimin ipten kurtulduguna inanmistim. Büyüyüp o filmi bir kez daha izledigim de öyle olmadini ögrenince kendimi cok kötü hissetmsitim.


Ben kücükken, bütün amcalar teyzeler beni severler, "aaa ne tatli, ne sakin bir cocuk. Seni ogluma aliyim mi?" gibi seyler söylerlerdi. Büyüdüm, hepsi fos cikti.


Ben kücükken, solucanlari yilan yavrusu zannederdim. Onlari suya atardim, sonra da yilan olacaklar diye cok korkup, bir daha oraya gitmezdim.



Ben kücükken, deney yarpardim. Su dolu bir bardagin üzerine kagit kapatilip ters cevrilince suyun akmadigini abimin kitaplarinda görmüstüm. Sonra bu deneyi en az 100 kere yaptim ve 100 kere basarisiz oldum. Cünkü kagit yerine hep pecete kullanirdim. Ablamin bioloji kitabindan bir solucanin ortadan kesildigi zaman iki solucan olustugunu gördüm. Zavalli soluncanlar, hic biri bu deneyi basariyla gecemedi.


Ben kücükken, yüzümü yikayip bayramliklarimi giyince güzel olurdum. Ama evin cirkini hep ben olurdum.



Ben kücükken, sabah erken kalkar, yatagimi toplar, sütümü dolaptan alip isitir, sonra da koltuk arkasinda bebegimle oynardim.


Ben kücükken, define haritasi cizerdim, abim ve ablam ise o haritaya göre defineyi ararlardi. Yapboz oynardim, bazen ters cevirir, ters yapardim. Kücük kitaplar, defterler yapar bebegim ögrencim ben ise ögretmen olurdum.



Ben kücükken, kokulu silgileri koklar, sonra da kanser olup ölmekten korkar aglardim.



Ben kücükken, ölüler nasil tuvaletlerini yapar diye merak ederdim. Hic nasil yemek yerler diye düsünmezdim, ama bu tuvalaet mevzusu kafami karistirmisti.


Ben kücükken, kurbanlik hayvanlarin ruhlarinin tencerede kaynayip buhar olurlar zannederdim.


Ben kücükken, Deli Dumrula asiktim. Beyaz atsa onda da var. Ayrica taytli bir prens nedense bana hep uzak olmustur, ama böyle azraile meydan okuyan deliler hep yakin olmustur.



Ben kücükken, yazar olmak isterdim, yazar olamasamda blogum da zirvalar oldum.

Hamis; resmi askalemi.de den yürüttüm.

Mittwoch, 21. April 2010

Pilotu alkislamak

Ucak inis yaptiktan sonra pilot neden alkislanir? Anlayan bilen var mi? Ucmak tehlikeli oldugundan mi? Bence hayir. kara yolu daha tehlikeli, ama simdiye kadar söferler hic alkislanmadi. Yada bir demir yiginini denizde yüzdürmek cok mu kolay. Kaptanlar da alkislanmaz. Ama pilotlar alkislanir. Ben de ilk defa dün alkisladim. 3 günlük istanbul esaretimden sonra, bunu yapma ihtiyaci duydum. Bir nevi tesekkürdü benimkisi.

Istanbuldan, türkiyeden hic bu kadar sikilmamistim. 4 günüm güzeldi. Pamukkale muhtesemdi. Görmek istedigim yerlerde 2. sirayi aliyordu, böylece listeme görüldü diye not düsebilirim.

Sevgili tabiat anayada teessüflerimi bildiririm. benim gibi bir evlada bu yapilir mi? patlatilir mi o yanardag. Adini da söyleyemiyoruz. Ejö yanar dagi diyelim biz ona en iyisi.

Ah pegasus senden zaten nefret ederdim, simdi daha da bir nefret ediyorum. Bütün notlarini kirdim. Notlar 10 üzerinden
Müsteri hizmetleri; 2 Müsteri hizmetleri adi altinda paramizi aliyorlar, sonra hersey parali oluyor. Hizmet olarak tam olarak neyi kast ediyorlar anlayamiyorum. Hostesler suratsiz. Birazicik gülün yahu. Geceyi benimle mi gecirdiniz, O ne surat afra tafra.

Cözüm üretme; 0 (sifir) Tamam tabiat ana biraz menapoz dönemindeydi galiba, anamizdir bir sey demiyoruz, sizleride suclamiyoruz. Ama insan bir cözüm üretmez mi? Sunulan iki alternatif. Ya paranizi iade ederiz, ya da haftaya bilet veririz. Cok zekisiniz. Iyi bir firma olmak size cok uzak. Ücünce ve yapilasi gerekn biletlerin durdurulmasi ve ilk ucusla gönderilmesi. Tabi ki ben de paramin geri iade edilmesini istedim ve 3 gün sonra ayni bileti 200 tl fazlasina satin aldim.

Yalancilik 10, tebrik ederim ordan tam not aldiniz. Efendim telefon ediyoruz, yer var mi diye soruyoruz, sadece 3 kisilik yer kalmis. Fatma hanim sadece 3'e kadar sayabiliyor da olailir. Yalanci demeseydim keske. Ama neyse her arayana son üc bilet demisler ve ucagi bos ucurdular.

Dakiklik; 4 Izmir-Istanbul ucagi tam 2 saat gecikmeli kalti.

Freitag, 12. März 2010

Haber vermeden giden

Ihl sözlükten arakladim bu basligi. Ne cok terkedilen varmis, ne cok kizginlik varmis haber vermeden gidenlere karsi. 10 dakikada baslik doldu tasti. Ben de birseyler yazdim. Ben de bana haber vermeden gidenlere bir seyler yazdim. Ama isyan etmeden, onlar haksizdi, korkakti, terkedilendi demeden. Cünkü onlar da haklilar, korkaklik degil bu caresizlikti. Onlarin caresizliklerini bir de burda yazmak istiyorum.



O da isterdi, haber vermeyi, ben gidiyorum diyebilmeyi. Yani basinda yatan sevdicegine parmaklarinin ucuyla dokunup, uyandirmayi, ben gidiyorum demeyi. Evlatlarini bir kez daha öpebilmeyi, gözlerinin icine sevgi ile bakmayi. Hatta düsmanlarina tebessüm edip, ben gidiyorum, dünya size kalsin demeyi. Ama zaman geldi iste. "Bir saniye daha" dedi, "sana bir ömür verdik, daha fazlasi yok" dediler.

Simdi ne olacak. Yapacak söyleyecek cok seyi vardi. Daha "seni seviyorum" bile dememisti. Simdi gidecekti ve onlar bunu bilemeyecekti. Geride kalanlar belki sitem edecekti. Haber etmeden gidene hep sitem ediyoruz, onlari anlayamiyoruz. Terkeden kimdi? kalan mi giden mi gibi sorularla kendimizi mesgül ediyoruz. Aslinda ic rahatlatma cümleleri. Sonuc olarak bir giden ve kalan var. Kim gitmis, kim kalmis ne önemi var. Iki can bir daha bir araya gelmeyecek.

Benim icin her ayrilik ölüm gibidir. Ayriliklar mecburi, habersizce gitmek ise caresizlik.

Samstag, 6. März 2010

Internet, internet ve daha fazla internet

Bu gün fark ettim de ben hep Aralik,Ocak ve subat aylarinda internet manyagi oluyorum. Buldugum ve hatta bulamadigim bir cok siteye cogunlukla bu ayda üye oluyorum ya da üyeligim kabül oluyor.

Zamane sözlüge, canim cicim sözlüge subat 2005 yilinda kayit olmusum. Simdi hey gidi günler seklinde bkz verebilmeyi ne cok isterdim blog.
Birebir sözlüge üyeligim 11.01.2006 yilinda kabül edilmis.
Bu blogu da Subat ayinda acmisim. Bir yili geride birakmisim da haber olmamis.
Ihl sözlük: benim biricik okulumun sözlügünü de ocak ayinda kesfettim ve hemen üye oluverdim.
Livemocha: süper ötesi bir site. 30'a yakin dil ögrenilebiliyor. Ona da gecen ay üye oldum.
Twitter'a da gecen aylarda üye oldum. Henüz bu sitenin anlam ve önemini anlayamamis olsam da üye oldum iste.

Acaba neden? Bu aylar da ne var ki, beni sürekli sanal hayata cekiyor.

Montag, 22. Februar 2010

Sil Bastan; Eternal Sunshine of the spotless mind

Bu ilk defa olmuyor, daha önce de bir kac kere olmustu. Bir film ariyorum, ya da bir kitap. Ben aradigim zaman aylar yillarca ararim. Bulamiyorum. Sonra aramaktan vaz geciyorum. Sonra aradigim o film ya da kitap ansizin karsima cikip bana " anamm bu burdaymis" dedirttiriyor. Iste son örnek 2004 yapimi Sil Bastan filmi. Bu filmi merak edisimin tek nedeni aci ceken her kizin, kadinin bu filmden bahsediyor olusu. Facebook teki durum bildirme yerine yazabilen dahi olmustu. Gerci internet sitelerine artik her sey yaziliyor da. Ne biliyim, unutmaya calistirin arkadas listende niye böyle seyler yazarda dikkatini cekmeye calisirsin. Öncelikle filmin benim begendigim afisi budur, simdi gelelim yazabilen, ya da söyleyebilenlere;


Hatta önce ben böyle birsey ister ya da yaptirimiydim. Benim cevabim HAYIR. Hem de kocaman bir hayir. Acikca söylemek gerekirse simdiye kadar bir kere birini sevdigimi zannettim, bir kere de sevildigimi zannettim. Yani öyle kendini sildirdecek kadar önemsedigim birileri olmadi. Ama olsa da yapmazdim. Bu filmi izledikten sonra ise kesinlikle yapmazdim. Cünkü bir daha gördüm ki sorun duygularda. Hafiza istedigimiz kadar sifirlatalim, bir kisi hep var iste, duygularimizi tekrar ayaklandiracak ya da bir sorunlar hep var basimiza bela olacak. Onlardan kacmak bu kadar kolay degil. Ben bir seyler yaptiracak olsam, herhalde duygularima yönelik bir sey yaptirirdim. Ne biliyim, beni üzen duygulari benden uzaklastirirdim. Baska duygular üretip ya da ürettirip kabul ederdim, mutsuzlugu yok ederdim. Hayat gücümü kullandirip, mutlu son, olmasi gereken bir sonmus gibi hissetmemi saglardim. Ya da ondan cok fazla nefret ettirirdim. Nefret sevgi kadar güclü bir duygu, nefret sevgiyi yok ediyor veeee hatirlamak aci vermiyor.
Simdi gelelim filmi izleyip te anlamayanlara. Sevgili canlar Joel ve Cleminte hafizalarinin bir kismini sildiriyorlar da ne oluyor. Tanistiklari yerde bir daha tanisiyorlar, bir daha bir birlerini seviyorlar, ayni seyi bir daha hissediyorlar. Mary olmasa yine ayni sekilde sonlanacak. Ne isim vermek isterseniz verin. Olacak oluyor. Her insan durmasi gerektigi yerde duruyor, ve yasmasi gerekeni yasiyor. Ben de birisinden kactigimi zannettim,beni sevdigini zannettigim ama sevdegini anlayinca da kactigim biri vardi ama yine karsilastik. Her sey bir daha bastan basladi. Sonu biraz farkli bitti. Ben O'na bir sey yaptim, yukarda kendime yapmayi planladigim bir seyi yaptim. Nefret duygusunu güclendirdim. Beni görse artik kacar. Cünkü nefretini kazandim. Nefret öyle bir sey iste. Tekrar baslamasina engel oluyor.
Ama uygun olani zamana birakmak, tekrar baslamis ise de gecmisten ders alip birbirimizi üzmemek, yipratmamak. Hic Sivas olayini unutmak isteyen var mi aramiz da. Toplumsal seyleri unutmayip, unutturmuyorsak, bireysel seylere de ayni sekilde yaklasmaliyiz.

Freitag, 19. Februar 2010

SBB (Sinir etme Bayma Biktirma)


Hemen hemen her gün günde 1,5 saat trenle yolculuk yapiyorum ve artik bazi seyler beni cok fazla rahatsiz ediyor. Beni tren istasyonlarin da ve yolculuk esnasinda sinir eden herseyi bu gün eve gelirken söyle bir düsündümde bayaa uzunbir liste. Iste o listenin ilk 10 nu.
1. Yolcularin yüksek sesle müzik dinlemeleri. Bu yolcular genellikle 10-20 yas arasi, rock müzik sever ya da kendi folk müziklerini diger yolculara zorla dinleten genclik. Bu yaziyi yazmama sebep olan seyde bu iste. Bu gün karsima 15 yaslarinda bir cocukoturdu, Burgdorf'tan Winigen'e kadar dinledigi müzik sadece "tintinttintin" ritimli elektonik müzikti. Kulaginda kulaklar ve ses sonda. Benim basima agrilar girdi. Müzik cok igrenc ritim mitim hic bir sey yok. Elektronik gitar tintin yapti sarkiyi söyleyen de bögürüp durdu. Rock müzigi ben de severim, ama müzik dedigin müzige benzemeli. Gercekten sadece tin tin di. Bir de arnavut genclik var. Onlarin da her müzigi bir digerinin aynisi. Bikmadan dinliyorlar, sadece kendileri dinlese bize de dinletiyorlar. Anacimlar o kulakligin icat eden hayir severin amaci, insanlarin birbirini rahatsiz etmemesini saglamakti. Kendinizi sagir bizi de sinir edin diye degil.
2. Yolculuk boyunca konusanlar. Bunlar da yas sinirlamasi yok. Trene biniyorlar basliyorlar, inine kadar anlatiyorlarda anlatiyorlar. Hem de bagira bagira. Bu konusmalar beni daha cok sabah yolculugumda rehatsiz eder. Saat sabahin 6i, bi susun be bi susun.
3. Öpüsen hatta sevisen ciftler. Bir öptün iki öptün neyse anlariz, özlediniz birbirinizi, ama herifin ya da hatunun üstüne cikma ne oluyor. Cinsellikten sogutuyorlar insani.
4. Benimle muhabbet etmeye calisan tipler. Ben muhabbet insani degilim, ben susmak ve bir seyler okumak istiyorum.
5. Yerin de duramayan cocuklar. Biri tepeme tirmanmisti. Abarmiyorum, resmen omzumda bir yere oturdu velet. Ama sevimliydi bir sey diyemedim.
6. Yolculuk esnasinda babamin beni aramasi.
7. Müzik dinleme islemini asip bizzat kendisi icra edenler. Hafizam da kalan en kötüsü iki gencin baglama calmasi ve igrenc sesleriyle türkü söylemeleriydi. Kusura bakmasinlar da hic kimse "aaaaa ne güzel bir enstruman?" demedi, demek mümkün degildi cünkü resmen iskence gibiydi.
8. Alkolikler. Les gibi gibi bira kokanlar. Gerci onlara minnettarim, sayelerin de alkolden uzak duruyorum, benim agzim asla öyle kokmamali.
9. Trenimin gec gelmesi, ve bilgilendirilmemek. Gecen hafta 17 dakika gec gelecegi iddia edilen tren sadece 4 dakika gec kaldi nerdeyse eve geri gidiyordum.
Bie kere de gec gelecek dediler tren hic gelmedi. Yagmur biraz fazla yagsa, bütün hatlar iptal oluyor. SBB beni 35 dakika boyunca yagmur altinda islattigini unutmadim.
10. Kondokturün libero kartimi yarim saat incelemesi, güzergahimi sormasi.

Sonntag, 24. Januar 2010

Sadece sayi olmayan sayilar

Insan yaslandikca cocuklugunu, ilkokul yillarini özlüyor. Ne güzeldi o yillar, 2 ile 2'yi toplayinca 4 cikiyordu. Esitlik bozulmasin diye X ve Y yerine uygun sayilar buluyorduk. Bizim masum asal sayilarimiz vardi. Bariscil kümeler vardi, her cesit sayiyi hatta harfi bir araya toplayan. Bölünen sayilarimiz vardi ama hep sayiydilar, hep diger sayilara kardestiler. Bölene isyan etmezlerdi, en fazla tam bölünmeyip biraz isleri zorlastirirdilar. Sonra sayilari birbirine carpardik, ama hic bir sayi ölmez ve hic bir sayi ise katil olmazdi. Onlar din ve devlet islerinden ayri bir yerlerdeydiler. Harezmi'ye saygili, cebire hizmetci.

Peki ya simdi. Hayatimiza giren o kadar cok sayi var ki. Icimize bir huzursuzluk, bir öfke düsüren sayilar. Benim ilk hain sayim 1990 oldu. Birinci körfez savasinin basladigi yil. Canli yayinda kursunlarin nasil geceyi aydinlattigini gördüm. O aksam bir senlikti benim icin. Yas daha 7, o uzun isiklar nereye vurdu anlayamamistim, görseldi benim icin. Ama sabah ve diger günler gördüm ki o uzun isiklar bir festival icin degilmis. Onlar insanlari vurmus, evleri yakmis. 1990 kötü bir sayiydi. Ne 10 a bölmek geldi icimden, ne de bir parcasini alip eksiltmek.

Ikinci sayi 1992, bir katliamin yili, Hocali katliami. O ölü cocuklar, toplu gömülmüs cesetler. Cik hayatimdan 1992.
24, ocak ayinin 24'ünü de sevmem. 10 yasindaydim, henüz takip ettigim bir yazar, gazeteci yoktu, ama muhtemelen takip edecegim iyi bir yazardi. C4 aldi O'nu bizden. Hafizamda kalan ise hurduya dönüsmüs bir araba, kirmizi karanfiller ve Ugurlar Olsun.

36, bu sayi da OBEB, OKEK kurbani degil. Bu dinler arasi diyalogsuzluk kurbani. 2 Temmuz'a kötü bir söhret kazandirip, 4 Eylül'ü unutturan sayi. Burnumun ucunda yakilan otel, kirilan heykeller, taslanan arabalarin sayisi. Aslinda 36 dan fazla ölen, ama isimize gelen o 36 sayisi. Sivaslilar 36'ya, 2 Temmuz'a düsman (insanlara 4 Eylülü unutturdugu icin), bütün sayilar ise Sivas'a, Sivasliya düsman.

Ya 28'e ne denilmeli. Hep 28 Subat'la birlikte gezdi. Koskoca bir süreci baslatti. Adini bilmedigimiz insanlarin, kiyafetlerine bakarak siyasi görüslerini bilir olduk.

1999, 7,5, 3:02 bir sehri sarsti, bizi sarsti, matemetigi hirsizlikta kullananlari sarti.

90'li yillari hic sevmedim, bütün havuz problerinde ki havuzlari dolduracak kadar kan oldugu icin. Bu yillar da terör bizi kötü vurdu. Cok kan akti. Onun 2 katinin 3 eksigi kadar da göz yasi.

Gelelim 2000 ne. Muhtesem milenyuma. Sayi yuvarlandi da sanki bir seyler degisti.
24 bayaa bir hain cikti. Ugur Mumcu'dan sonra 2001 yilinda da Gaffar Okkan'ni aldi, 5 polisle birlikte.

9/11, yok dokuz onbire bölünmedi, dünya, ülkeler bölündü. Ikiz kulelere saldirildi. Sonra El Kaide dediler, Afganistan'a müdehale edildi. Sonra hazir kollari sivadik, Irak'i da aradan cikartalim denildi.

19 da Ocak'la akranlik yapti. Hrant (Firat) Dink öldürüldü. Adini ilk defa duyanlar birden kardesligin, barisin bekcileri oluverdi, hepsi bir oldu, hepsi tek oldu. O kadar kolay mi, Firat'in metre küp suyunu tasimadan, Firat olmak, olabilmek.

17 sayisi da tuhaf bir sayi. Akli bir karis havada. Ya kafa kesme dehseti var onda ya da arkadan vurma kallesligi.

1417, aglayan asyanin göz yasi sayisinin 1/1000 i. Filistinde ki durmayan kanin sayisi. Dogu Türkistan, Kasmir vs. sayisi.

Sayilar simdi toplanin ve günah cikartin. Sonra da O günahlari Bermuda seytan ücgenine atin, kaybolsun. Artik aylarimizi kirletmeyin.

Samstag, 9. Januar 2010

Gec kalan yeni yil yazisi

Zaman cabuk geciyor hem de cok. Yetisemiyorum. Bu yila kadar bir sorun yoktu, istedigi kadar hizli akabilirdi. Ama artik dursun, o ne kadar hizli akarsa, benim kaybim da o kadar cok oluyor. Neyse gecelim bu bunalimlari da asil mevzuya gelelim. Yeni bir yila daha basladik, baslarken yarismaci arkadaslara da basari ve mutluluk dilemeyi cok isterdim ama, yeni yilin basini kacirmisim. O yüzden yazi da gec geliyor.
Bu gün fark ettimde ben hayalimde ki 2010 yilindayim. Ben öyle uzay elbiseli insanlar, yok yazin mars, kisin aya tatile gitmeyi hayal etmemistim. Benim hayalim deki 2010 yili söyle idi.

Görüntülü telefonlar cikacak.
Bilgisayar yayginlasacak, herkes bilgisayar biliyor,anliyor olacak.
Ucakla seyahatler yayginlasacak.
Televizyon kanallari artacak.
Herkes anaokuluna gidecek, üniversite mezunu olacak.
Okullara elbiseler ile gidilecek.

Gülmeyelim efendim, ben bunlari düsünürken 8 yasinda idim. Sadece TRT vardi, TRT 2 dahi yeni yeni cikmis idi. Sabahlari cocuk kusagi olurdu, bol bol cizgifilm izlerdim (eger tatil de isem), aksamlari da brezilya dizileri, pembe diziler.
Kirmizi cevirmeli bir telefonumuz vardi. 111 di galiba, masal hatti idi. Gizlice arardik ve dinlerdik. Tetrisimiz vardi, televizyonlar aptallastiriyor, yok kanser yapiyor diye sevkimizi kirardi ama biz yine de oynardik. Ilkokul, orta okul vardi, siyah önlük, beyaz yakalik ve kurdela vardi. Cok da yasli degilim ama ben ortaokulda da siyah önlük giydim.
Topaclarimiz vardi, turbo sakizlar. Mahalle cocuklari ve hamburger cocuklari ( o da benim gibiler oluyor) vardi. Sahi hamburger yiyebilmek bir lüksdü, galiba bu yüzden apartman cocuklarina bu yüzden böyle derlerdi.
Cocukluk güzeldi. Her cocugun cocuklugu güzeldir, simdi ki cocuklar da yaslandiklari zaman anlatacaklari olacak, hersey cok farkli olacak. Ben su "80 lerin sonunda 90larin basinda cocuk olmak" tarzi klasik seyler yazip,simdi ki cocuklari zavalli ya da sanssiz demiyorum. Hayat kisir döngü gibi ayni olaylar farkli isimlerle tekrarlanip duruyor. 68 kusagi, 12 Eylül gazileri bizi de apolitik gözüyle bakarlar, yok devrim bilmeyiz, darbe görmedik diye. O olaylar kadar kötü olmasi da Sivas Olaylarini yasadim, Sokaga cikma yasagini yasayarak ögrendik, iki tabur askerin arasindan gecip okulumuza gittik. Sirf sakali var diye yakalanan insanlarin feryadini isittik. Umarim ki yeni nesil sokaga cikam yasagini sadece kitaplardan ögrenir.

Bu döngünün kirilmasidir benim yeni yil dilegim.