Freitag, 25. September 2009

Melekler ve Seytanlar-Illuminati


Dan Brown'un 2000 yilinda basilan kitabi. Orjinal adi Angels and Demons. Ama almanca cevirisi Illuminati adi ile basilmistir.
Kurtlar vadisinde bu kitap dikkatimi cekmisti. Safiye elinde bu kitabi okuyor ve illuminati adinin altini ciziyordu. Babasinin ölümü galiba bu örgütle baglantili idi. Kurtlar vadisini izledikten bir kac hafta sonraydi, öyle tren istasyonunda ki kitapcida geziniyordum. Bu kitap birden elime carpti, gercekten elime carpti. Adi Melekler ve Seytanlar olsa idi herhalde merak edip olmazdim, ama Illuminati olunca bir de arkasinda 9.90 yazinca hemen aldim. Tabi arkasinda ki fiat euro imis. Fiyati 18.90 Frank. Bunu ögrenince önce kitapciya selamimi ilettim sonra da "neyse" dedim ve kitabi aldim.
Kitap sürükleyiciydi. Bu yilda filmi vizyona girdi. Aslinda kitabini okudugum filmleri izlemem. Hep bir hüsran, hep bir hayal kirikligi. Simdiye kadar "bir adam yaratmak" filmi haricinde uyurlamalar kötüydü. Galiba bu en kötüsü idi. Kitabi yaklasik 2-3 yil önce okudum aklimda detaylarin cogu kalmadi, ama bu filmde hic bir detay yoktu. Cern'de ki profesör hanim kizimiz görüntü olarak tam benim hayalimde ki gibiydi. Ama kiyafeti degil. Filmi izlemeye baslayinca bir an kendimi yanlis bir film izliyor gibi hissettim. Cünkü baslangic cok cok farkli ve galiba en dokulmamasi gereken yeride ora idi.
Film ve Kitaptaki baslangic söyle;
Kitapta; Isvicre ve Fransa sinirlarinda yer alan devasal fizik laboratuarinda Fizikci-Peder bir bilim insani öldürülüyor. Tek gözü yoktur ve göysü Illuminati yazisi ile daglanmistir. Isin icine semboller girinci Prof. Langdon dan yardim isteniliyor. Öldürülen fizikcinin meslektasi ve evlatlik kizi Vittoria Vetra ile cinayeti arastiriken calinan cismin antimetrie oldugu saptaniyor ve büyük bir ihtimalle de Vatikanda saklaniyor. Zaman kisitli oldugu icin Vetra kiyafetini degistirmiyor ve üzerinde ki kisa sort ile birlikte Vatikana ucuyorlar. Onlari Komser Olivetti karsiliyor ama Vetra'nin kiyafeti yüzünden polemikler yasaniyor. Hem kadin olusu, hem sort giyiyor olusu hem de tanri parcacigini arastiriyor olmasi nedeniyle fazla kale alinmaz. Kolay degil Hristiyanlaigin en kutsal mekanina öyle bir kadinin baldiri ciplak bir vaziyette girmek. Kitabin ilerleyen sayfalarinda Vetra' da dikkate alinmaya basliyor.
Filmde; Vittoria'nin meslektasi öldürülüyor. Tek gözü oyulmus ve öldürülmüstür. Karsi maddenin (antimetrie) yerinde de yeller esiyordur. Sonra anti maddenin Vatikanda oldugu ve ögrenilir. Vittoria deneyde yer aldigindan olsa gerek, O ve sembol uzmani Langdon Vatikana devet edilir. Ktapta ki gibi binbir zahmetle iceriye girip dertlerini anlatmazlar filmde, davet edilirler ve kapida Olivetti tarafindan "ooooo kimler gelmis kimler gelmis. Buyrun.." tarzi karsilanirlar. Vetra'nin siyah kiliseye uygun bir kiyafet giydiginden mi yoksa Langdon'un kiliseyle arasi iyi olmadindan mi bilemiyorum, ama filmin ilk kisimlarinda Vetra bilir kisi, Langdon "sen gelmeseydin de olurdu" muamelesi görüyor.
Film gercekten cok kötü uyarlanilmisti. Daha baslarken Cern sörn seklinde telafuz edilmis ve o saniyede puan kaybetmistir. Cern isvicre ve fransa'nin arasinda ve bu iki ülke Inglizce'yi pek sevmezler. Almanca ve Fransizca önemlidir ve kisaltmalar inglizce telaffuz edilmez. Yani Sörn degil, Sern.
Anlamadigim bir mevzu da öldürülen profesörün cesedi de oyulan gözüde anti maddenin oldugu odada bulunuyor. Kapi retina testi ile aciliyor, tamam da bilimadami laboratuarin icinde. Gözü oyulabilmesi icin laboratuardan nasil cikariliyor. Haydi cikarttiniz laboratuardan, niye gözünü oyuyorsunuz. Tutun kafasindan adam canli iken yada ölü iken retina testinden gecin. Yok illa da ben göz oyacagim ki ciddiyetim belli olsun diyorsun, o halde cesedi niye geri laboratuara sokuyorsunuz. Kacmasin diye mi?
Evet 700 küsürlük bir kitabi sinemaya uyarlamak zordur ama zorsa da yapilmasin. Kitabi okumasaydim dahi filmi begenebilecegimi zannetmiyorum. Cünkü calinan madde, amac ve katiller filmin basinda belliydi.
Izlemeyen var ise iyi seyirler.

Dienstag, 1. September 2009

Basörtüsü nasil siyasi sembolhaline geldi?

Vakti zamaninda arastirmaciligim tutmustu da söyle bir yazi yazmistim ve bir grubun internet sayfasina göndermistim. Gel zaman git zaman, farkli bir konuda bir seyler ararken, sol görüsün agirlikli oldugu baska bir grupta kendi yazimi görünce dedim ki yazima "sen cogunlugun fasist diye adlandirdigi bir insanin düsüncelerisin, ne isin var elin gomünist sitelerin de". Sonra tuttum iste kolundan annesinin bloguna ekledim O'nu.
Acaba basörtüsünün kamu alaninda ki, cumhuriyetimizde ki tarihcesi nedir? Ilkler nedir,kimdir? aldigi isimler ne olmustur? En cok merak ettigim ise kültürümün, dinimin bir parcasi iken, hangi arada siyasi sembol haline geldi? Bütün isimi biraktim internette bir arastirma yaptim, bol vaktim ve kitaplara kolayca ulasabiliyor olsa idim bu konu hakkinda yazilan kitaplari okumak isterdim, ama ben kolayi sectim.
Dr. Sule Ökten, kamu alaninda ki ilk basörtülü insandir. 1950 yillarda ki tek örnek O olmustur.
Dr. Gülsen Ataseven, Hacatteppe Tip Fakültesi'ni 1964 yilinda birincilik ile bitirir, ancak basi örtülü oldugu gerekcesi ile kürsüyü cikarilmamistir.
Bu isimleri bizler pek tanimayiz. Cogunlugun bildigi isim Ali Babacan'in halasi Hatice Babacan'dir. Kendisini tanimamizin nedeni ise ilk ögrenci olayina, basörtüsü konulu ögrenci direnise vesile olmasidir.
Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi ögrencisi iken derse basini örterek katilmistir. Kürsüde dersi anlatan Prof. Dr. Neset Cagatay O nu fark etmis ve "hey sen, sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başsını ac ya da dısarı cik" demis ve tartismalar günler boyunca sürmüs, ögrenci direnisleri ile tarihe gecmistir.
Prof. Dr Neset Cagatay adini dahi bilmedigi bir ögrenciyi cumhuriyet icin bir tehlike oldugunu düsünmüstür, ayni diger meslektaslari gibi, ama Hatice Babacan, istekleri,kimligi konusunda israrci olmustur. Iste bunlari okudugum zaman buldum buldum diye haykirdim. O yillar bilindigi üzere ögrencilerin "su tenekeye kedi carpip devirse de tenekenin hakkini savunsak" diye gezindigi zamandi.Acimasizca bir tabir olmus olabilir, bunu ortama kaos hakimdi seklinde sempatiklestirebiliriz. Komunist=vatan haini, miiliyetci=fasist oldugu zamanlarda dindarlara da bir kalip bulunmus irticaci gibi sifatlar yüklenmistir.
Sule Yüksel Senler,1960 yillarin sonunda hapis yatan ilk basörtülü yazar olmustur. Kalemini sert bir bicimde kullanmistir. Dedikodu gazetesine göre anadolu'yu karis karis gezmis ve anadolu kadinlarina basörtüsünün islamda yeri olmadigini, baslarini turban seklinde baglamalari gerektigini anlatmistir. Bu yüzden O na Sulebas da denilir. Bircok insan "iste bu kadin, dini inanclari bu hale getirdi" der.
1980 li yillara kadar basörtüsü yasak olmustur, basörtüsü yerine türban, sikmabas gibi tabirler kullanilmistir.
80'li yillar sonrasi ise önce "boyun ve kulaklar acikta birakilmak kaydi" ile basörtüsüne yesil isik yakilmis, 2 yil sonra "ya carsaflilar ve mayolular da gelirse" denilmis, tekrar yasaklanmis, sonra tekrar serbest denilmis, tekrar yasaklanmistir.
1990 li yillara ise Emine Senlikoglu, Emine Eroglu, Emine Erdogan, Meryem Akbal, Serpil Öcalan gibi isimler dikkati cekmislerdir. Onlarin giyimleri, duruslari irdelenmisde irdelenmistir. Onlar insanlari saskinliga ugratmistir.
Bu kadar seyi okuduktan sonra görüyorum ki, türbanlilar saygi görürlerken toplumdan dislanmislardir. Saygi görmüslerdir, cünkü kolejlilerin gidebildigi okullara gidebilmislerdir (ki bu cümle 1960li yillarin durumu düsünülerek okunulmalidir), dislanmislardir;cünkü modern kadin,kültürlü kadin denildigi zaman ne yazik ki tesettürlü kadinlar akla gelmez, onlar genellemelerin disindadirlar.
Buldum dedigim yerde buldugum seyi tekrar kaybettim ve israrla soruyorum, basörtüsü nasil ve ne zaman siyasi sembol halini aldi?
Kaynak: Bu yaziyi yazarken Fatma K. Barbarosoglu'nun yeni safak gazetesinde ki "Basörtüsündeki ilkler" adli yazisindan yararlandim.
Hamis; basörtüsü, basiörtülü, türbanli, tesettürlü gibi tanimlar arasinda kaldim, umarim ki neyi kastettigim anlasiliyordur.
Iyi yarinlar (2007)